Rukiye Eroğlu "Bir şeyi istiyorsan, git ve al!" The Pursuit of Happyness
"Ustalarını geçmeye çalışan bir çırak."
Yankee Petrolü Buldu
Dünya petrolle Nuh kadar eski bir dönemden beri tanışıyor. Onun ortaya çıkardığı sorunlarla binlerce yıldır uğraşıyor ve çözemiyor. Söylenceye göre Nuh, gemisini Fırat Nehri kıyısındaki Hit kasabası dolaylarında bulunan petrol sızıntılarından sağladığı nafta ile kalafatlamış. Bunun böyle olup olmadığını en iyi bilecek olanlar, Ağrı dağında Nuh’un gemisini arayan ABD’li astronot eskileridir herhalde.
İnsanların söylencelerle oluşan tarihi yanında yazılı tarihi de petrol prizmasından süzülen sorunlar, savaşlar, kurallarla örülü. M.Ö. 2000 yılında Babil tabletleri “naptu” adıyla petrolden söz ediyor. Sümer, Asur ve Babil uygarlıkları petrolü stratejik bir hammadde düzeyinde kullanıyorlardı. Öyle ki; Hammurabi Kanunları gemi kalafatlamada önemi büyük petrol türevi maddelerle bu sektörde çalışan emekçilerin kalafatlama ücretlerine ilişkin hükümler içermektedir. İnsanlığın ortak mirasının en görkemli parçalarından biri olan Babil’in asma bahçelerinde “bitumen” (zift) kullanıldığı biliniyor.
Bilinen ilk petrol savaşının geçmişi de oldukça eskilere dayanıyor. Babil Kralı Marduk-Nadin-Ahhe’nin tahta çıkmasını izleyen yıllarda Asurlularla savaşmasının nedenleri arasında. Fırat’ın sularını tutmak kadar Hit dolaylarındaki nafta pınarlarını denetleme isteğinin de rolü olduğu biliniyor. Su ve petrol, Ortadoğu halklarının yazgısına o zamanlardan gölgesini düşürmeye başlıyor.
Savaş ve petrol bir paranın iki yüzü gibidir her zaman. Bu gerçeğin en iyi farkında olanlardan Winston Churchill’in Britanya’nın “deniz kuvvetlerindeki üstünlüğünü petrole dayandırması” gerektiğine karar verdiği tarihten yüzlerce yıl önce petrol, deniz savaşlarında etkili bir silah olarak kullanılıyordu. Osmanlı vakıanamelerine “Rum ateşi” olarak geçen petrol Helenler tarafından M.S. 193-211 yılları arasında Roma İmparatoru Severus’un ordularına karşı kullanıldı. Stratejik bir silah olarak yaşı savaş tanrıları kadar eski olan petrol, sınıflı toplumların ortaya çıkmasıyla birlikte günümüze kadar uzanan kanlı bir hesaplaşma haritası çizmiştir.
Bu harita hala yürürlükte olan savaş, talan, sömürü mekanizmalarının efendileri tarafından binlerce yıldır insanlığın gündeminde tutuluyor. İşte Bakü petrolleri. Arap coğrafyacısı Ebu İshak Bin Muhammed El Farsi, 951 yılında yazdığı Ülkeler ve Meslekler adlı kitabında Bakü dolaylarında bulunan Nafta pınarlarının ününü dile getirirken, Bakü petrolünü paylaşma adına verilecek savaşları sezinlemiştir belki de. Coğrafi keşif gezilerinin “masum” seyyahlarından Marco Polo, 1272 yılında Bakü petrol pınarlarının verimliliğinin günde 100 gemiyi dolduracak düzeyde olduğunu yazarken, bu bilginin ticari değerini hesaplamış mıdır, “bilinmez”… Ancak, bilinenler de var. Örneğin bizim Çelebi’nin yazdıkları… Osmanlı’yı yönetenlerin petrol konusunda 1954 Petrol Yasası’nı Türkiye’nin başına bela edenlerden daha fazla kamu çıkarlarını gözettikleri kesin. Gemi yapımında kullanılan katranla ilgili Evliya Çelebi’nin yazdıkları, katranın nasıl bir kamu denetiminde olduğunun göstergesi. Zift ve katran ticareti, yabancı tüccarlara yasak edildiği gibi bu maddelerin ticaretinin yapılması kaçakçılık sayılmış.
Evliya Çelebi sonrasında Osmanlı’nın “yetenekli” seyyahlar yetiştirip yetiştirmediği pek bilinmez. Hoş kanlı bir boğuşma içindeki bir imparatorlukta seyyahlığın matah bir iş sayılmadığı da kesin. Ancak dünyayı sömürge imparatorluklarının satranç çizgilerine ayıran Avrupa’da seyyahlığın önemli bir kariyer olduğu biliniyor. Bu seyyahlardan Britanya Albayı Francis Rawdon Chesney, Hindistan’a, kısa bir güzergahı aramaya çıkıyor. 1835-1837 yıllarını Dicle-Fırat havzasında geçiren Chesney, “güzergah dışında” başka bilgileri de raporuna ilave etmeyi ihmal etmiyor. Mezopotamya’nın mineral ve petrol yatakları ile ilgili ilk bilgiler Britanya İmparatorluğu’nun uğursuz kasalarına dolmaya başlıyor.
“Yankee Petrol Buldu”
Aynı tarihlerde bir başka Britanya görevlisi Rich, Musul kentinin 100 kilometre güneyinde bulunan Gayyara petrolü ile birlikte Kerkük ve Cebel petrol kaynaklarına ilişkin bilgileri Londra’ya taşıyordu. Bu arada yankeeler ülkesinde de girişimciler boş durmuyor, petrol çıkarma konusunda çalışmalarını hızla yürütüyorlardı. 1859 yılı Ağustos ayının 27’sinde “Sam amca” ve ekibi , 69 feet derinlikteki bir kuyuda kazı yapıldığı sırada, aniden sondaj aletinin bir çatlağa girdiğini ve hemen sonra tekrar bir altı inç daha derinliğe indiğini farkettiler. Şaşkınlığa uğrayan ekip artık hafta sonunun geri kalan kısmında çalışmamaya karar verdi. Ertesi gün Sam Amca kuyunun başına geldi. Eğilip borunun içinden aşağıya baktı. Gördüğü şey su üzerinde yüzmekte olan koyu renkte bir sıvıydı. Sıvıdan numune almak için teneke bir kova sarkıtıldı. Sam Amca saşkına dönmüştü. Çıkarılan kova petrol doluydu. Haberin duyulmasıyla Oil Creeck’te yaşayan çiftçiler Titusville’e akın etmeye başladı. Bir taraftan da durmadan haykırıyorlardı: Yankee petrol buldu…[1]
Enerji ihtiyacının devletlerin politikalarını oluşturmasının en önemli nedeni şüphesiz dünyada günbegün artan nüfus ve bu doğrultuda yaşamımızın en temel gereksinimlerinden biri olan enerji tüketimidir. Tarih boyunca insanoğlu birçok enerjiden faydalanarak hayatta kalabilmiştir. Keza bunlara örnekler verecek olursak insanlar bazı temel ihtiyaçların karşılanmasında ısınma, su ve rüzgâr enerjisinden faydalanmıştır. Zamanla talebe yönelik bazı kaynakların fiyatlarının artması insanları başka alternatif kaynaklara yönlendirmiştir ve fikrimce günümüzün enerji kullanımı döngüsü bunun temelinde devam etmiştir. Gelişen imkânlar ile birlikte büyüyen teknolojiler sanayiler enerji tüketiminin önünü açmıştır. Özellikle gelişen sanayiler enerji kaynaklarını hammadde olarak kullanmaya başlayaraktan enerji ekonomisi kavramını oluşturmuştur
Ekonomik kalkınmanın göstergelerinden biri olan enerji talebi, yeni dönemde kalkınmanın önemli bir koşulu haline gelmiştir. Son dönemlerde petrol ve doğalgazın özellikle sanayi sektöründe birincil hammadde konumuna gelmesi, doğal kaynakların uluslararası ticarete daha çok konu olmasına neden olmuştur.[2] Tüm bu gelişmeler karşısında enerji fiyatlarının artması, 20.yüzyılda yaşanan krizlerin temelini oluşturmuştur. Bununla birlikte yeni alternatif enerji kaynak arayışları enerjiye olan talebin artışına neden olmuştur.
Az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin doğal kaynaklar içinde petrole olan bağımlılıkları, artarak devam etmektedir. Petrol arzındaki artışın sürekli devam ettiği ve özellikle Çin başta olmak üzere Asya ekonomilerinde yaşanan ekonomik gelişmenin ortaya çıkardığı aşırı talep artışı, birincil enerji kaynağı olarak kabul edilen petrolün önemini artırmıştır.
PETROL VE EKONOMİ
Yenilenemeyen temel enerji kaynaklarının başında yer alan petrol, dünya ekonomisinde ara malı, hammadde, güç ve enerji kaynağı olarak çok önemli bir yer tutmaktadır. Petrolün mutlak bir alternatifi henüz mevcut değildir. Ancak yakın ikamelerinden söz edilebilir.
Alternatif enerji kaynakları ve teknolojileri ısınma, güç ve elektrik üretiminde petrolün yerini kısmen doldurmasına rağmen, ulaşım sektöründe küresel çapta bir ikame yakıt yakın gelecekte çok fazla mümkün gözükmemektedir.
Petrol fiyatları, dünya ve ülke ekonomik performansı açısından önemli göstergelerden birisidir. Doğal olarak, petrol fiyatlarındaki artış ne kadar fazla ve uzun süreli ise, makro ekonomi üzerindeki etki de o kadar büyük olmaktadır.[3]
-Basından:
İran ile İsrail, ABD ve diğer Batı ülkeleri arasında, uzun süredir bu ülkenin nükleer programından kaynaklanan bir gerginlik var.
Bu gerginlik, sonunda Batı ülkelerinin İran'dan petrol alımını durdurması noktasına kadar gelince petrol fiyatları yeniden hareketlendi. Avrupa Birliği'nin (AB) İran'a petrol ambargosu kararını aldığı ocak ayı sonlarında 110 dolar civarında olan Brent petrolün varil fiyatı, şubat sonunda 125 dolar civarına çıktı. Biz bu yazıyı yazdığımız sırada da petrol fiyatları bu civarda seyrediyordu. Ambargo kararının devreye gireceği 1 Temmuz'dan sonra petrol fiyatlarının nereye gideceği de endişeyle bekleniyordu. İran, halen 137 milyar varille dünyanın üçüncü büyük petrol rezervine sahip ülkesi. Üretimde ve ihracatta da hatırı sayılır bir yeri var. Batı ülkelerinin ambargo kararı, bu dev petrol üreticisinin piyasadan bir ölçüde dışlanmasına yol açacak. Fakat başta Çin ve Hindistan olmak üzere bazı ülkelerin İran'dan ithalata devam edecek olması, bu ülkenin petrol piyasasından büsbütün dışlanmasının önüne geçecek. Ayrıca dünyanın en büyük petrol üreticisi olan Suudi Arabistan da atıl kapasitesini harekete geçirerek İran'dan doğan boşluğu giderebileceğini açıklamış durumda. Bu nedenlerle durum bu şekilde kalırsa petrol fiyatları daha yukarı gitmeyebilir. Fakat mevcut gerginliğin küresel petrol ticareti için hayati önem taşıyan Hürmüz Boğazı'nda bir sıcak savaşa dönüşmesi ihtimali de var. Bu ihtimal hayata geçerse petrol fiyatlarının nereye kadar gideceği ise hiç belli değil.
Petrol Şokları
1970'lerde petrol fiyatlarında yaşanan iki büyük sıçrama küresel ekonominin stagflasyon (durgunluk içinde enflasyon) olgusuyla tanışmasına yol açmıştı. O dönemde petrol fiyatlarındaki sıçrama hem enflasyonu yükseltmiş hem de özellikle gelişmiş ülkelerde ekonomiyi duraklatmıştı. Bu nedenle o zamandan beri petrol fiyatlarındaki her yükseliş endişeyle takip ediliyor. Bu endişeye 2008 yılında petrolün varil fiyatı 150 dolara yaklaştığında ve geçen yılın başlarında yine 125 dolar civarına çıktığında da tanık olmuştuk. Petrol fiyatlarındaki yükseliş ekonomiyi temelde üç kanaldan etkiliyor. Birincisi, petrolün üretimde kullanılan önemli bir girdi olması yüzünden maliyet artışları yoluyla enflasyon yükseliyor. İkincisi, petrol fiyatlarındaki artışın akaryakıt ürünlerine yansımasıyla bu ürünlere daha fazla harcama yapmak durumunda kalan tüketicinin diğer harcamalarını kısması, toplam talebi ve dolayısıyla ekonomiyi yavaşlatıyor. Üçüncüsü, Türkiye gibi petrol ithalatçısı durumunda bulunan ülkelerde ithalat faturası şişiyor ve dolayısıyla cari işlemler dengesi bozuluyor. Ayrıca enflasyondaki yükselişin tüketicinin satın alma gücünü düşürerek iç talepte tekrar yavaşlamaya yol açması gibi ikincil etkiler de ortaya çıkıyor.
Dünyada Petrol Artışını Tetikleyen Sebepler[4];
· Petrol’ün dolar üzerinden fiyatlandırılması sebebi doların değerinde yaşanan dalgalanmaların direkt etkisi,
· ABD Merkez Bankası’nın faiz oranlarına ilişkin aldığı düşürme kararları ve mali piyasalarda yaşanan olumsuzlukları önlemek amacı ile kredi kanalını kullanarak piyasalara dolar sürmesi sonucunda petrol fiyatlarında artış yaşanmaktadır.
· Asya ülkelerinde, özellikle Çin, Hindistan ve Japonya ekonomilerinde yaşanan büyümenin devam etmesi ve bu durumun petrol talebine yansıması ve talep artışına neden olması petrol fiyatlarında artışa neden olmaktadır.
· Petrol üretiminin üçte birinden fazlasını karşılayan OPEC ülkelerinin petrol fiyatlarındaki düşüşleri önlemek amacı ile petrol üretimini azaltması, petrolde fiyat artışlarına neden olmaktadır.
· Dünya petrolünün diğer üçte birini karşılayan Ortadoğu ve Afrika ülkelerinin yaşadığı istikrarsızlık ve savaşların petrol fiyatlarına ilişkin geleceğe yönelik beklentileri olumsuzlaştırmaktadır.
· Petrol ihraç eden ülkelerin elde ettikleri gelirleri dünya ekonomisine olumlu olarak yansıtma şansları vardır. Bu anlamda[5];
· Tüm petrol ihracatçısı ülkeler elde ettikleri gelirlerin tümünü harcarsa, diğer ülkelerden daha fazla ithalat yaparlar. Bu durum küresel talebin artmasına neden olur. Ancak söz konusu ülkelerin tasarruf oranları petrol tüketen ülkelerin tasarruf oranlarından daha yüksektir.
· Petrol ihraç eden ülkelerin elde ettikleri gelirlerinin yüksek bir bölümünü tasarruf etmesi durumunda, petrol tüketicilerinden üreticilerine daha fazla gelir transferi yaşanacağından dolayı, küresel talepte yavaşlama görülmektedir. Bu sebeple petrol ihraç eden ülkelerin tasarruflarını harcamaya yöneltecek küresel politikalar geliştirilmelidir.
· Petrol ihraç eden ülkeler tasarruflarını uluslararası sermaye piyasalarında değerlendirirlerse, petrol ithal eden ülkelerin cari işlemler açıklarının finansmanı için bir kaynak olabilir. Ayrıca artan yabancı tahvil gelirlerini azaltıcı etki yapabilecek bu yöntem, petrol ithal eden ülkelerin faiz oranlarını düşürmesine neden olarak tüketicilerin harcamalarında artışa, dolayısı ile ekonomilerinde canlanmaya neden olabilecektir.
TÜRKİYE’NİN ENERJİ STRATEJİSİ
Son on yıl içerisinde, dünyada doğal gaz ve elektrik talebinin Çin’den sonra en fazla arttığı ikinci ülke konumunda bulunan Türkiye’nin önümüzdeki dönemde de ekonomik ve sosyal gelişme hedefleri ile tutarlı olarak, enerji talebi artışı bakımından dünyanın en dinamik enerji ekonomilerinden biri olmaya devam etmesi beklenmektedir
Hızla artan enerji talebi neticesinde Türkiye’nin başta petrol ve doğal gaz olmak üzere enerji ithalatına bağımlılığı artmaktadır. Ülkemizin halihazırda toplam enerji talebinin yaklaşık %26’sı yerli kaynaklardan karşılanmaktayken, kalan bölümü çeşitlilik arz eden ithal kaynaklardan karşılanmaktadır.
Ülkemiz, çok boyutlu enerji stratejisi çerçevesinde;
- Kaynak ülke ve güzergâh çeşitliliğine gidilmesini,
-Enerji karışımında yenilenebilir enerjinin payını arttırırken, nükleer enerjiden de yararlanılmaya başlanılmasını,
- Enerji verimliliğinin arttırılmasına yönelik çalışmalarda bulunulmasını ve
- Aynı zamanda Avrupa’nın enerji güvenliğine katkıda bulunulmasını amaçlamaktadır.[6]
Türkiye, enerji ihtiyacının yaklaşık %70’ni ithalatla karşılamaktadır. Enerjide dışa bağımlılık özellikle fosil kaynaklar petrol ve doğalgazda %90’ların üzerindedir. İthalata bağımlılığın yüksek olmasından dolayı enerji güvenliği ve enerji arzının sürekliliği Türkiye için hayati öneme sahiptir. Ancak Türkiye, Dünya’nın bilinen doğalgaz ve petrol rezervlerinin %70’nin kendisine komşu bölgelerde bulunuyor olması nedeniyle enerji pazarında önemli transit ülke olma potansiyeline sahiptir. Türkiye’nin son dönemde geliştirdiği enerji politikaları transit ülke olma özelliğini pekiştirmeye yöneliktir. Böylelikle Türkiye, enerji üreticisi olmamasına rağmen dünya enerji pazarında önemli bir aktör olmayı hedeflemektedir. Enerji, enerji politikasındaki öncelikler arasındadır. Enerji verimliği alanında bina ve sanayide birim başına yapılan enerji tüketiminin yaşam standardı ve üretim kalitesini düşürmeden azaltılması hedeflenmektedir. Enerji ve Tabi Kaynaklar Bakanlığı’nın verilerine göre, bina sektöründe %30, sanayi sektöründe %20 ve ulaşım sektöründe %15 olmak enerji tasarrufu yapma potansiyeli mevcuttur. Ayrıca enerji tüketiminin azaltılması ve enerjinin etkin kullanımının arttırılması amacıyla 2007 yılında Enerji Verimliliği Kanunu kabul edilmiş ve Enerji Kaynaklarının ve Enerjinin Kullanımında Verimliliğin Artırılmasına Dair Yönetmelik çıkarılmıştır. Boru hattı projeleri Türkiye’nin transit ülke olarak bölgesel ve küresel enerji pazarında etkili bir rol oynaması için kritik öneme sahiptir. Türkiye özellikle son yıllarda kendisine komşu bölgelerdeki enerji kaynaklarının dünya pazarlarına açılmasını sağlayacak projelerin içinde yer almaktadır. Özellikle Ceyhan’a bağlanacak boru hattı projeleriyle; Ceyhan’ın Doğu Akdeniz’in en büyük enerji ticaret merkezi yapılması hedeflenmektedir. Kerkük-Yumurtalık boru hattı ile Bakü-Tiflis-Ceyhan boru hattı günümüzde faaliyette olan petrol boru hatlarıdır. Kerkük – Yumurtalık ham petrol boru hattı Türkiye’nin sahip olduğu en eski boru hattı olup, Irak’ın kuzeyindeki Kerkük petrollerinin dünya pazarlarına açılmasını sağlamaktadır. Hattın taşıdığı petrol miktarı 1999 yılında 305 milyon varile ulaşmış, ancak yapılan sabotajlar ve Irak’ın yaşadığı sorunlar nedeniyle hattın taşıdığı ham petrol miktarı 10,9 milyon varile kadar düşmüştür. Bakü-Tiflis-Ceyhan ham petrol boru hattı ile Hazar bölgesinden çıkarılan petrol Ceyhan’dan tankerlerle dünya pazarlarına satılmaktadır. Toplam uzunluğu 1776 km olan boru hattı, 50 milyon ton/yıl maksimum petrol sevk edebilecek kapasiteye sahiptir. BTC boru hattının inşası için ilk görüşmeler 1990lı yılların başında başlanmış, Dünya Bankası finansmanı ile müşavir PLE firmasına hazırlatılan fizibilite raporu 1997 yılında tamamlanarak 1998 yılında dünya bankası tarafından onaylanmıştır. BTC’nın resmiyet kazanmasına yönelik çerçeve metin İstanbul’da yapılan AGİT zirvesinde bir araya gelen Azerbaycan, Gürcistan ve Türkiye Cumhurbaşkanları tarafından, ABD Başkanı Bill Clinton’ın şahitliğinde imzalandı. 17-18 Ekim 2000’de sırasıyla Azerbaycan ve Gürcistan ile ‘Ev Sahibi Ülke Anlaşmaları’ 19 Ekim2000’de ise Türkiye Cumhuriyeti ile ‘Ev Sahibi Ülke Anlaşması’ ve BOTAŞ’la da ‘Anahtar Teslim Müteahhitlik Anlaşması’ imzalandı. BTC’ye uluslararası enerji şirketlerinin de dikkatini çekmiştir. 2001 yılında İtalyan petrol şirketi ENI, Fransız enerji şirketi TOTAL, Japon Inpex ve Amerikan Conoco Philips şirketleri projeye katılmışlardır. Türkiye’nin, BTC’dan geçiş vergisi ve işletmecilik hizmetleri karşılığında taşınacak kapasiteye bağlı olarak, ilk 16 yılda ortalama 200 milyon dolar, 17 ile 40. yıllar arasında ise ortalama 300 milyon dolar yıllık gelir elde etmesi beklenmektedir. Ayrıca, boru hattı inşaat aşamasında yaklaşık 20.000 kişilik istihdam yaratmış, geçtiği bölgelerdeki ekonomik hayatı da canlandırmıştır. 2003 yılında inşası başlatılan boru hattı 2006 yılında operasyonel hale gelmiştir. Samsun-Ceyhan ham petrol boru hattı projesi, öne çıkan bir başka projedir. Proje kapsamında, Rus ve Kazak petrolünün, Karadeniz’in altından döşenecek boru hattıyla önce Samsun’a oradan da Ceyhan’a aktarılacaktır. Projenin ilk aşamasında 2005 yılında İtalyan enerji şirketi ENI ile Türk enerji şirketi Çalık Enerji 555 km uzunluğunda olması planlanan Samsun-Ceyhan boru hattı için ortaklık anlaşması imzalamışlardır. Samsun-Ceyhan boru hattından günde 1 milyon varil, yıllık 50 milyon ton ham petrol sevk edilmesi planlanmaktadır. 2009 yılında, Milano’da imzalanan anlaşmayla, Rus şirketlerinin de projeye dahil edilmesi kararlaştırılmış ve böylelikle RusRonsneft ve Transneft şirketleri projeye dahil olmuşlardır. Proje tamamlandığında, Türk boğazlarındaki tanker trafiğinin azalması beklenmektedir. Ayrıca, Rus ve Kazak petrolünün de Ceyhan’dan dünya pazarına açılacak olması Türkiye’nin Ceyhan’ı enerji merkezi haline getirme hedefine de çok önemli katkı sağlayacaktır. Komşularında bulunan zengin doğalgaz rezervlerini kendi topraklarından geçecek boru hatlarıyla Avrupa pazarlarına sevkiyatını sağlamak amacıyla Türkiye çeşitli boru hattı projelerinin içinde yer almaktadır. Nabucco projesi, Hazar bölgesindeki doğalgaz rezervlerinin Türkiye üzerinden Avrupa pazarlarına ulaştırmayı hedeflemektedir. Projeyle öncelikle boru hattının geçeceği Türkiye, Bulgaristan, Macaristan, Romanya ve Avusturya’nın enerji ihtiyaçlarının karşılanması, talep gelişimine göre ilerleyen yıllarda Orta Avrupa doğalgaz dağıtım merkezi olan Avusturya’dan diğer Avrupa ülkelerine doğalgaz satılması amaçlanmaktadır. Projenin temelleri BOTAŞ’ın Avusturya, Bulgaristan ve Romanya’daki gaz şirketleriyle Şubat 2002’de yaptığı görüşmelerde atılmıştır. Avusturya OMV Erdgas enerji şirketi, Mart 2002’de Avrupa Birliği TEN Programı’na başvurmuş ve öncelikli projeler arasında değerlendirilmesini sağlamıştır. Mayıs 2003’te AB TEN Finansman Komitesi proje fizibilite maliyetinin %50’sini hibe şeklinde karşılamayı kabul etmiştir. Ayrıca Avrupa Konseyi 9 Mart 2007 tarihinde aldığı kararla projenin hayata geçirilmesini hızlandırmak amacıyla bir koordinatör atamaya karar vermiştir. Haziran 2005 tarihinde proje kapsamında en önemli anlaşmalardan biri olan Ortak Girişim Anlaşması imzalanmış; atılan imzalarla Nabucco Uluslararası Şirketi kurulması için çalışmalar başlatılmıştır. 13 Temmuz 2009’da Ankara’da gerçekleştirilen toplantıda, imzalanan hükümetler arası anlaşmayla, proje resmiyet kazandı. Nabucco’nun Türk ekonomisine katkısına bakıldığında, Nabucco Türkiye içinde 2,5-3 milyar avro değerinde bir yatırım ve on binlerce insana istihdam imkanı sağlayacaktır. Ayrıca, boru hattının işletilmesinden önemli miktarda transit geliri elde edilmesi de beklenmektedir. Nabucco projesinin Türkiye ile AB ülkelerini bağlaması ve AB’nin Hazar bölgesindeki doğalgaz rezervlerine Türkiye üzerinden ulaşması nedeniyle Türkiye ile AB arasındaki müzakere sürecine katkı yapması beklenmektedir. Türkiye’nin içinde yer aldığı ikinci proje Güney Avrupa Gaz Ringi projesidir. Proje kapsamında Hazar denizi, Ortadoğu ve Güney Akdeniz ülkelerinden gelecek doğalgazın Türkiye üzerinden AB ülkelerine taşınması amaçlanmaktadır. Projenin ilk basamağında Türkiye ve Yunanistan doğalgaz şebekelerinin enterkoneksiyonun gerçekleştirilmesi hedeflenmiş; konuyu görüşmek üzere Avrupa Birliği, Türkiye ve Yunanistan 7 Temmuz 2000’de Brüksel’de üçlü bir toplantı gerçekleştirmiştir. AB’nin desteklediği proje, Birliği Trans-Avrupa Ağları kapsamında fizibilite çalışmaları için verdiği
hibeden yararlanmıştır. 2002 yılında BOTAŞ ile Yunanistan enerji şirketi DEPA arasında Mutabakat Zaptı imzalanmış, 2003 yılında ise Türkiye ve Yunanistan proje kapsamında Doğalgaz Alım Satım Anlaşması ve Protokol’ünü imzalamışlardır. 2005 yılında doğalgaz boru hattının temel atma töreni iki ülkenin başbakanlarının katılımıyla gerçekleştirilmiştir. 2007 yılında ise iki ülke arasındaki boru hattı işletilmeye başlanmıştır. Doğalgazın, Batı Avrupa’ya ulaşmasını sağlayacak Yunanistan – İtalya arasındaki hattın da 2012 yılına kadar tamamlanması hedeflenmektedir. Türkiye doğalgaz ihtiyacının %65’ini ithal ettiği Rusya ile de boru hattı projeleri içinde yer almaktadır. 15 Aralık 1997 yılında, Rusya ve Türkiye imzalanan 25 yıl vadeli doğalgaz alım anlaşması imzalanmış, anlaşma çerçevesinde Rus Gazprom enerji şirketi, Karadeniz’in altından geçerek iki ülkeyi birbirine bağlayacak Mavi Akım olarak bilinen boru hattı inşasına başlamıştır. 2002 yılında boru hattının inşasının tamamlanmasıyla yıllık 14-15 bcm Rus doğalgazı, Samsun’a sevk edilmeye başlanmıştır. 2000’li yılların ortasında iki ülke arasında yapılan görüşmelerde hattın Akdeniz ülkeleri Lübnan, Suriye ve İsrail’e uzatılması gündeme gelmiştir. Mavi Akımın, Akdeniz ülkelerine uzatılmasıyla ilgili görüşmeler devam etmektedir. Daha önce de belirtildiği gibi, Rusya Nabucco’ya alternatif olarak Güney Akım Projesini ortaya atmıştır. İtalyan ENI ve Rus Gazprom enerji şirketlerinin yürüttüğü proje ile Rus gazının Karadeniz’in altından döşenecek boru hattıyla Bulgaristan’a taşınması planlanmaktadır. 2015 yılında bitirilmesi planlanan projeyle yıllık 63 bcm doğalgaz Avrupa’ya sevk edilecektir. Türkiye, boru hattının kendi karasularından geçmesini 2009 yılında İtalya, Rusya ve Türkiye başbakanlarının katıldığı toplantıda kabul etmiştir. Bakü-Tiflis- Erzurum projesi, Hazar bölgesindeki enerji kaynaklarını Türkiye’ye ulaştıracak bir başka projedir. Bakü-Tiflis-Ceyhan ham petrol boru hattına paralel olarak inşa edilecek doğalgaz boru hattıyla yılda 8,8 bcm doğalgazın taşınması amaçlanmaktadır. Boru hattı Kasım 2006’da gaz sevk edebilir hale getirilmiş ve Şah Deniz projesi ilk üretimini 15 Aralık 2006 tarihinde gerçekleştirmeye başlamıştır. Boru hattının uzatılarak Kazakistan ve Türkmenistan’da çıkarılan doğalgazın da Türkiye’ye ulaştırılması
planlanmaktadır. İran, Rusya’nın ardından Türkiye’nin ikinci büyük doğalgaz ithalatçısıdır.
Türkiye-İran arasında 1996 yılında imzalanan anlaşmayla, Tebriz ile Erzurum arasında doğalgaz boru hattının inşasına başlamıştır. 2001 yılında inşasının tamamlanmasının ardından yıllık 20 bcm doğalgaz taşıyan hat operasyonel hale gelmiştir. Hattın Bakü-Tiflis-Erzurum hattına bağlanması düşünülmektedir. Boru hatlarının yanı sıra, Türkiye doğalgaz ihtiyacını karşılamak için LNG ithalatına da başlamıştır. LNG ithalatı için, Türkiye 1994 yılında Marmara Ereğlisi’nde LNG İthal Terminali inşa etmiştir. Türkiye’nin LNG ithal ettiği ülkeler Cezayir ve Nijerya’dır. Cezayir ile 1988 yılında 20 yıl süreli LNG ithalat anlaşması imzalanmış, ithalat ise 1994 yılında başlamıştır. Anlaşma kapsamında yıllık 4 milyar m³ doğalgaz alımı yapılacaktır. Nijerya ile Kasım 1995 yılında yapılan anlaşma uyarınca; 1999 yılından başlamak üzere 22 yıl süreli, yıllık 1,2 milyar m³ doğalgaz alınmaktadır.[7]
***
1991 yılında Sovyetler Birliği’nin dağılması ile sona eren Soğuk Savaş dönemi, birçok ülkenin dış politika vizyonunu etkilerken, jeostratejik öneme sahip olan Türkiye’nin ulusal güvenlik politikasının yeniden şekillenmesine neden olmuştur. Özellikle Orta Asya ve Hazar Havzası enerji kaynaklarının Batı’ya güvenli biçimde aktarılması ve Rusya’nın “arka bahçesi” olarak tabir ettiği bölgedeki enerji kaynaklarının güvenliğinin nasıl tesis edileceği tartışmaları o dönemde ortaya çıkan kritik tartışmalardan biri haline gelmiştir. Bu bağlamda, Orta Asya ve Kafkaslardaki zengin yer altı kaynaklarının batı pazarlarına ulaştırılması meselesi “yeni büyük oyun” stratejilerinin ortaya çıkmasına neden olmuştur.
“Türkiyesiz” Bir Bölge Politikasının Oluşması Son Derece Güç
Türkiye, enerji havzalarının tam ortasında yer almaktadır. Kuzeyinde doğal gaz ve petrol zengini Rusya Federasyonu, güneyinde ise yeryüzündeki en çok petrol rezervini topraklarında barındıran Orta Doğu coğrafyası ve doğusunda Hazar Havzası ile Orta Asya enerji yatakları bulunmaktadır. Türkiye Cumhuriyeti Dış İşleri Bakanı Ahmet Davutoğu’na göre; Türkiye’nin stratejik konumu, köklü devlet ve kültürel geleneği ve dünya petrolünün vanasını elinde tutan az sayıda devletten biri olması “Türkiyesiz” bir bölge politikasının oluşmasına izin vermemektedir. Bu noktada “Enerji Jeopolitiği” kavramının önem kazandığı görülmektedir. Jeopolitik, coğrafi bölgeler sebebiyle meydana gelen güç mücadelelerini incelerken, gelecekte meydana gelebilecek olayları analiz edebilmek için geçmişten beslenmektedir. Enerji jeopolitiği petrol veya doğalgaz yataklarının yer aldığı bölgeler ile değil, aynı zamanda enerji transit yolları ile birbirine bağlanan ülkeleri de içermektedir. Örneğin, Avrupa ülkeleri ve Türkiye enerjide dışa bağımlı ülkeler iken, Rusya, Hazar ve Orta Doğu devletleri enerji kaynakları üzerinde yaşayan ülkelerdir. Özellikle 2000’lı yıllar da Türkiye’nin enerji tedarik zincirindeki öneminin Batı perspektifinde yükselişte olduğu gözlemlenmektedir. 2006 yılı Avrupa Parlamentosu tarafından hazırlanan raporda, Türkiye’nin önemine şu cümlelerle vurgu yapılmıştır; “Türkiye’nin Rusya, Hazar Denizi ve İran Körfezi’nin petrol ve doğalgazının taşınabildiği transit bir ülke olma potansiyeline sahip olması, Avrupa Birliği nezdindeki stratejik önemini arttırmaktadır. Türkiye aynı zamanda Avrupa Birliği’ni Orta Doğu’ya bağlamakta ve Akdeniz’de de önemli bir aktör olarak ön plana çıkmaktadır.”
Türkiye İçin Bölge Enerji Güvenliği Açısından Orta Asya Bölgesi Büyük Önem Arz Ediyor
Türkiye’nin stratejik geçiş yolları ile birçok önemli ekonomik ve siyasi coğrafyanın merkezinde yer alması enerji güvenliği hususunda nasıl bir politika izleyeceği merakını uyandırmaktadır. Çünkü Türkiye’nin komşu bölgeleri olan Orta Doğu, Rusya, Avrupa ve Orta Asya Devletleri yeryüzünde ispatlanmış doğal gaz ve petrol reverzlerinin yüzde 73’ünü oluşturmaktadır. Bu açıdan değerlendirildiğinde, sözü edilen bölgeler Türkiye’nin yanı başında yer almaktadır. Bahsi geçen coğrafyadan Avrupa’ya doğru yerleştirilecek boru hatları için en güvenli güzergah Türkiye toprakları olarak ön plana çıkmaktadır. Dünya genelinde, özellikle Avrupa enerji ihtiyacının hızla artması gözlerin Kafkas ve Orta Asya enerji kaynaklarına yönelmesine neden olmuştur.
Soğuk Savaş’ın sona ermesi ve Sovyetler Birliği’nin yıkılmasıyla Hazar enerji kaynakları dünya siyasetinin önemli günden maddelerinden biri haline gelmiştir.
Öyle ki Rus uzmanlar bu bölgeyi Rusya’nın arka bahçesi ve Rusya’yı bölgenin lideri olarak değerlendirmektedir. Orta Doğu ve özellikle Hazar Havzası petrolleri henüz çıkarılmamış rezervlerde hesaba katıldığında önemli kaynaklar olarak dikkat çekmektedir. Rus uzmanların araştırmalarına göre, Hazar Havzasındaki toplam petrol rezervi 7 milyar ton, yani 50 milyar varil dolaylarındadır. Orta Asya’nın ispatlanmış ve olası doğal gaz rezervi değerlendirilecek olursa, Hazar kaynakları, Kuzey Amerika, Avrupa ve Orta ve Güney Amerika rezervlerinden daha fazla olduğu anlaşılmaktadır. Dolayısıyla Türkiye için bölge enerji güvenliği açısından Orta Asya bölgesi büyük önem arz etmektedir. Kuşkusuz bundaki en büyük neden coğrafyanın doğu-batı ve kuzey-güney enerji koridorlarının kesişiminde yer alması ve enerji taşımacılığının merkezini oluşturmasıdır. Türkiye’nin son dönemde ivmelenen ekonomisi, enerji politikasında edindiği bilgi ve tecrübeler ve bölge ülkelerine kıyasıya çok daha istikrarlı siyasi yapıya sahip olması Türkiye topraklarını enerji transit yollarının belirlenmesinde ön plana çıkarmaktadır. Çünkü bir ölçüde enerjiye bağımlılık ülkelerin dış güvenlik stratejilerini şekillendirirken, enerjiye sahip olma ve güvenliğini sağlama ile denetim kurma amacı bu faktörün politikalar üzerindeki belirleyiciliği rolünü pekiştirmektedir.[8]
***
Radikal Gazetesi’nden İsmet Berkan’ın yazısının bir bölümü aşağıdadır:
Bizim bir enerji stratejimiz var mı?
Bana göre özellikle son beş-altı yıldır bu soru daha da bir önem kazandı. Sebebi de belli: Bakü-Ceyhan’ın devreye girmesiyle birlikte Türkiye kendine bir ‘enerji dağıtım merkezi olma’ rolü biçti. Eh, böyle bir rolümüz varsa, ki doğalgaz hatlarını da beraberinde düşününce, bir stratejimizin de olması gerekiyor. Gerekiyor ama bana soracak olursanız bizim böyle bir stratejimiz yok. Hatta bu konuda düşünüldüğünü bile sanmıyorum. Oysa, mesela Rusya’nın bir stratejisi var. Üstelik Türkiye’yi de içeren bir strateji bu.
Ve devletimizin (sadece bu hükümet değil, çok daha önceden başladı bu işler) davranışlarına bakınca, ‘Eğer bir enerji stratejimiz varsa, bu stratejinin Rusya’nın stratejisiyle epey bir benzerliği olmalı, iki ülkenin çıkarları hep çakışıyor olmalı’ diye düşünmeden de edemiyorum.
90’lı yıllarda Türkiye’nin iki büyük ve iddialı hedefi vardı ve bu hedeflerin ardında da bir strateji. Hedeflerden birincisi Bakü-Ceyhan boru hattıydı, diğeri ise Türkmenistan doğalgazını Hazar’ın altından geçirip Türkiye’ye ulaştıracak gaz hattı. Bu iki hattın arkasında, Rusya ile rekabet vardı. Türkiye bir yandan Azerbaycan, Türkmenistan ve Kazakistan’ın Rusya’dan biraz daha bağımsızlaşmasını bu yolla sağlamaya çalışıyor, bir yandan da doğalgazda tek kaynağa bağımlı olmaktan kurtulmaya. Ama Rusya bu stratejiyi gördü, biz yavaş davranmaya ve hiçbir şey yapmamaya devam ederken Putin’in Rusya’da iktidara gelmesiyle birlikte de Türk stratejisini parçalama adımları atılmaya başlandı. Bir sabah ansızın Türkmenistan’ın doğalgazını önümüzdeki 40 yıl için Rusya’ya sattığını öğrendik. Putin bizzat gidip işi bitirmişti. Arkadan Kazak petrolü de Rusya denetimine girdi yeniden. Türkiye avucunu yalamıştı, artık karşısında gazı ve petrolü olan tek satıcı, Rusya vardı. Biz Türkmenistan hattını yapmadık, yerine Mavi Akım’ı yaptık. Mavi Akım’dan aldığımız gaz, Rusya’nın Türkmenistan’dan aldığı gaz aslında. (Mavi Akım anlaşması imzalanırken devrin başbakanı, ‘Bu hat Türkmen gazının gelmesine engel değil, onu da getireceğiz’ demişti, nerde Türkmen gazı? Anlaşma sonrası Türkmenbaşı da, ‘Türkiye beni yarı yolda bıraktı’ diye konuştu, devrin başbakanını ve enerji bakanını ağır ifadelerle suçladı.) Biz aldığımız gazın önemli bölümünü ‘çevrim santrallerinde elektriğe çeviriyoruz. Yapılan iş basit: Gazla su kaynatıyoruz, suyun buharı elektrik türbinini çeviriyor. Yani aslında biz gaz değil elektrik alıyoruz Rusya’dan. Hem de çok ama çok pahalı bir elektrik; çünkü iki defa para ödüyoruz: Hem gaza hem de elektriğe… O çevrim santralları neden etrafa buhar satmazlar? Kimse bilmiyor; oysa ısınma sorunu bu yolla da halledilebilir, pek çok kentte, kasabada. Daha iyisi şu: Biz neden elektriği doğrudan ithal etmiyoruz da gaz alıyoruz, gazı yakıp elektriğe çeviriyoruz? Bunu da bilmiyoruz. Türkiye, gazda, petrolde ve şimdi de nükleer enerjide Rusya’ya artan oranda bağımlı. Bir yandan iki ülke arasındaki ilişkilerin yüzyıllar sonra düzelmesi ve ‘mükemmel’ diye adlandırılabilecek seviyeye gelmesi çok iyi ama bir yandan da unutmayın, aslında siyasi alanda Rusya’ya istediğimiz çok az şeyi yaptırabiliyoruz. (Rusya, eski BM Genel Sekreteri Kofi Annan’ın Kıbrıs raporunun Güvenlik Konseyi gündemine gelmesine, bizim defalarca ricacı olmamıza rağmen razı olmadı, yardım etmedi.) Rusya’nın bir stratejisi ve bu strateji uyarınca attığı taktik adımları var. Bizim neyimiz var, Rusya’nın stratejisinin parçası olmak dışında?
TÜRKİYE’NİN ENERJİ POLİTİKALARI
Türkiye’de Enerji Politikası Aşamaları
Türkiye’de enerji politikasının geçirdiği aşamalara tarih sürecinde bakıldığında; Cumhuriyet öncesi dönem, 1923-1930 dönemi, 1930-1950 dönemi, 1950-1960 dönemi, 1960-1980 dönemi, 1980 sonrası dönem farklı özellikler taşımaktadır.[9] Biz daha çok günümüzdeki politikayı inceleyeceğiz.
TÜRKİYE’DE YÜRÜRLÜKTEKİ ENERJİ POLİTİKASI VE ENERJİ POLİTİKASININ ÖNCELİKLERİ
Gelişmekte olan bir ülke olarak Türkiye’nin enerji ile ilgili genel hedefleri, 2004 Türkiye İktisat Kongresi, “Bilim ve Teknoloji Politikaları Çalışma Grubu Raporu”nda sürdürülebilir kalkınma başlığı altında aşağıdaki gibi özetlenmiştir:
-
Gereksinim duyduğumuz enerjinin güvenli, güvenilir, ekonomik, verimli ve çevreye duyarlı teknolojiler ile üretilmesi ve kullanılması,
-
Enerji güvenirliği açısından dışa bağımlılığın kabul edilebilir düzeylerde tutulabilmesi amacıyla; arama, çıkarma ve kullanım açısından yerli kaynaklara öncelik tanınması,
-
Artması kaçınılmaz görünen enerji ithalatında, ithal bileşenlerin birbirlerinin yerini alabilen kaynaklar ve coğrafyalar arasında ekonomik açıdan mümkün olabildiğince dağıtılması suretiyle başta doğal gaz olmak üzere, temin güvenliği risklerinin kabul edilebilir düzeyde tutulması,
-
Avrasya Enerji Koridoru tasarımını gerçekleştirmek suretiyle enerji temin güvenliğinin artırılması,
-
Enerji temin güvenliğini artırmaya ilave olarak, ithalat faturasını da rahatça karşılayabilmek amacıyla; yurt dışındaki arama ve üretim faaliyetleri ile bütünleşerek ve uluslararası pazarlarda yarışabilecek enerji teknolojileri geliştirerek, uluslararası enerji piyasalarında etkin rol alınması,
-
Jeopolitik sorunlar, enerji fiyatlarının aşırı derecede yükselmesi, doğal afetler ve çevresel konuları dikkate alarak enerji senaryoları oluşturulması ve bu olası sorunlara yönelik eylem planlarının hazırlanması (Türkiye İktisat Kongresi Raporu, 2004).
Yukarıda sıralanan hedefler doğrultusunda Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı (ETKB) tarafından Türkiye’nin enerji politikası; “ülke enerji ihtiyacının amaçlanan ekonomik büyümeyi gerçekleştirecek, sosyal kalkınma hamlelerini destekleyecek ve yönlendirecek şekilde, zamanında, yeterli, güvenilir, ekonomik koşullarda ve çevresel etki de göz önüne alınarak sağlanması” olarak belirlenmiştir (ETKB, 2006).
Enerji Politikasının Değerlendirilmesi
Uluslararası Enerji Ajansı’nın raporuna göre Türkiye’nin enerji konusunda dışa bağımlılığının azaltılması için, öncelikle doğru politikaların, uzun vadeli enerji stratejilerinin saptanması ve bu stratejilerde bilimsel hesaplamalara dayanan, bilinçli, kararlı; ekonomi, çevre ve dış politika gibi sahaların çıkarlarını gözeten bir yöntemin takip edilmesi gerekliliği vurgulanmaktadır. Türkiye, gelişmesini sağlamak için her yıl artan oranda enerji gereksinimi olan, enerjisinin yaklaşık %73’ünü ithal eden bir ülke konumundadır. Enerji, gelişmeyi sağlayan kaynak özelliği olmasının yanı sıra stratejik önem de taşımaktadır. Türkiye’de, sürdürülebilir anlamda enerji güvenliği, ekonomik verimlilik ve çevre konularına yönelik çalışmalar vardır. Yeni yasal yapı, sektör içindeki enerji pazarları ve güçlendirilen pazar unsurları içinde hükümetin rolünü azaltmaktadır. Enerji Piyasası Düzenleme Kurulu (EPDK) gibi bağımsız bir kurul kurulmuştur. Meclisten Yenilenebilir Enerji Yasası geçmiştir. Buna ek
olarak, enerji verimliliği için ülkede ilgili yönetmeliklerin hazırlıkları yapılmaktadır. Türkiye’de enerji güvenliğini geliştiren ve Türkiye’yi doğu ile batı arasında önemli bir enerji koridoru yapmayı öngören bazı önemli petrol ve doğal gaz geçiş boru hattı projeleri ise tamamlanmaktadır. Ülke içi gaz altyapısının geliştirilmesi ve rafinerilerin yenilenmesi için yatırımlar yapılmaktadır. Bunlara rağmen, enerji politikasının her alanında hala yapılması
gerekli olan birçok iş vardır.
Enerji pazarının liberalleştirilmesi çalışmalarının yanı sıra, kamu kuruluşlarının piyasa rekabeti altında çalışan verimli kuruluşlara dönüştürülmesi gerekmektedir.
Özellikle büyük şehirlerde hava kirliliği azaltılmış olmakla beraber hava kirliliği ile ilgili mevcut standartların karşılanması konusunda güçlük çekilmektedir. Boğazlardaki tanker trafiğinin güvenliği için çalışmalar ve yatırımlar sürerken, alternatif geçiş yollarının aranması, diğer Karadeniz ülkeleriyle ve petrol ve gaz ithal eden ülkelerle birlikte ek çalışmaların yapılması gerekmektedir. Türkiye’nin enerji politikasında genel yaklaşım arz ağırlıklı olup, artan talebi karşılamak için ek enerji arzının sağlanmasına önem verilmekte ve enerji verimliliği ihmal edilmektedir. Taşıma sektöründe enerjinin verimli kullanılması politikasında eksiklik vardır. Şubat 2007’de çıkarılan Enerji Verimliliği Yasası en yakın zamanda yönetmelikleriyle birlikte yürürlüğe konulmalı, maliyet verimliliği gibi unsurlar dikkatle gözlenmeli ve değerlendirilmelidir. Binalarda enerji verimliliğini teşvik için; kamu binalarında enerji verimliliğinin geliştirilmesine önderlik edilmeli, yeni binalar için yapım standartları zorlanmalı, mevcut binalarda enerji verimliliğini geliştirmek için mekanizmalar tanıtılmalı, klima ve diğer cihazlar için yüksek verimlilik standartları konulmalıdır. Ekonomik ve düzenleyici teşviklerle, araçların enerji verimini geliştiren ve toplu taşımayı teşvik eden taşıma politikasının geliştirilmesinde enerji verimliliği amaçlanmalıdır. Petrol sektörü de önemli bir reform geçirerek, 2003’teki petrol piyasası yasası ile petrol piyasa etkinlikleri serbestleştirilmiştir. Yönetmelik; lisans, piyasa tarifeleri ve piyasa etkinlikleri hakkında EPDK’ya yetkiler vermektedir. Türkiye’de büyük ölçekteki yakıt kaçakçılığı yasal piyasa işletmecilerini rahatsız eden ve devlet gelirlerini azaltan konumuyla önemli bir sorundur.
Kimyasal Marker uygulaması bu sorunun çözümünde yardımcı olacaktır. Ayrıca çevresel olarak hassas bölgeler olan Karadeniz, İstanbul Boğazı ve Marmara Denizi’nden uzakta yer alan, ekonomik olarak uygulanabilir ve Türk Boğazlarında gemi trafiğini azaltacak şekilde projeler teşvik edilmelidir. Yerli petrol kaynaklarının aranmasına yönelik çalışmaların artan hızda sürdürülmesi gerekmektedir. Türkiye’de birincil enerji arzının %24’ü doğal gazdan olup tüketilen doğal gazın hemen hemen tamamı ithal yoluyla karşılanmaktadır. Gaz talebi hızla
büyümektedir. Bununla birlikte 2000-2001 ekonomik krizi uzun dönemli al veya öde anlaşmalarına bağlı ithalatta arz fazlası riskini doğurmuştur. İç talep yeni dağıtım ihaleleriyle artırılmaktadır. Yeni yeraltı gaz depolama olanakları pik talebi karşılamakta kullanılabilir, fakat yapımda geç kalınmıştır. Büyük ölçekli gaz iletim hatları Avrupa ve Türkiye’de arz güvenliği ve rekabeti ile arz çeşitliliğini zenginleştirecektir. Ancak, bunların başarısı transit
geçişleri kontrol eden fiyatlama gibi düzenleme sistemlerine bağlı olacaktır.
2001’deki Doğal Gaz Piyasası Yasası’nın uygulanması, tekelci yapıdan yeni piyasa girişimcilerini ve yatırımları teşvik eden bir rekabetçi yapıya geçişi sağlayacaktır. BOTAŞ’ın ithalattaki tekelinden dolayı henüz rekabet sağlanamamıştır. Çevre yararından dolayı yeni kentlere doğal gaz dağıtım şebekelerinin geliştirilmesi teşvik edilmelidir. Son birkaç yıldaki şehir doğal gaz dağıtım ihalelerindeki şehirlere göre fiyat farklılıkları ilerde sorunlar
yaratabilecektir. Bütün tüketici gruplar için doğal gaz fiyatları maliyeti yansıtacak şekilde yapılmalı, farklı tüketicilerin birbirlerini desteklemesine izin verilmemelidir. Mevcut ithalatta yeni girişimcilere şans verecek şekilde mekanizmalar geliştirilmeli ve desteklenmelidir. BOTAŞ’ın piyasa gücünü azaltarak, yeni girişimcilerin istediği arz kaynağından ithalat yapması sağlanmalıdır. Gaz iletim hatları ve yolları teşvik edilmeli ve gerekli düzenleyici çerçeve hazırlanmalıdır. BOTAŞ’ın ithalat yaptığı ülkelerden üçüncü partilerin ithalat yapması için kısıtlamalar kaldırılmalı, arz kaynakları çeşitlendirilmelidir. Dış gaz arzcılarının pazar gücü izlenmelidir. Gaz piyasası yasasında söz edilen bir eşit ve şeffaf açık piyasanın kurulması için gerçek adımlar tanımlanmalıdır. Gelişme yakından gözlenmelidir. Uygun tüketicilerin teminciyi değiştirmesi olanaklarını artırmak için dağıtım şebekeleri ve depolamaya üçüncü-parti giriş tarifeleri gözden geçirilmelidir. Türkiye’nin hidroelektrik, jeotermal, güneş ve rüzgar enerjisi kullanımı 1990’dan beri artmaktadır. Ancak sistemde doğal gazın büyüyen payı ve ticari olmayan biyokütlenin azalan kullanımından dolayı toplam birincil enerji tüketimi içinde yenilenebilir enerjinin payı azalmaktadır. Yenilenebilir enerji yasasında yer alan yeni sabit tarifeler ve dağıtım şirketleri için satın alma zorunluluğu yatırımcıları teşvik edebilir. Jeotermal, güneş ve rüzgar enerjisi olanaklarının bulunduğu illere doğal gaz verilirken, yerli enerji kaynakları arasında bulunan ve enerji ithalatını azaltan özellikleri olan söz konusu yenilenebilir enerji kaynaklarının desteklenmesi doğru olacaktır. Yenilenebilir enerji olarak, kalan hidroelektrik potansiyelinin kullanılması ve çevrenin korunmasıyla uyumlu ekonomik hidroelektrik projelerinin hızlandırılması adımları atılmalıdır. Kesikli rüzgar gücünün kullanımından doğan şebeke güvenilirliği ve kararlılığı sorunları değerlendirilmeli ve sorunları en aza indirmenin yolları araştırılmalıdır. Isı üretimi, kojenerasyon ve taşımada yenilenebilirlerin kullanımını teşvik için gerekli politikalar ve ölçüler incelenmelidir. Kojenerasyon potansiyeli değerlendirilmeli ve gelecek politikalarında maliyet verimliliğine gereken önem verilmelidir. Enerji ithalatında artan bağımlılıktan kurtulmak ve artan elektrik talebini karşılamak için Türkiye nükleer programını açacağını bildirmiştir.
Nükleer güç kullanımı için yasal çerçeve hazırlanmalıdır. Ekonomik rekabet içinde gelecekte nükleer gücün rolü belirlenmelidir. Nükleer teknoloji seçimi ve atıklardan kurtulma seçenekleri nükleer güç santralı kurmadan önce belirlenmelidir. Nükleer araştırmalar yapan İTÜ Enerji Enstitüsü gibi kurumların desteklenmesi gerekmektedir. Elektrik talebi hızla büyüyeceği için orta dönemde Türkiye daha fazla kapasiteye gereksinim duyacaktır. Ekonomisinin uygun olduğu yerlerde termik güç santrallarının rehabilitasyonu teşvik edilmelidir. Termik güç santrallarının verimliliğini arttırmak için rehabilitasyon programı geçici bir olaydır, yeni kapasite yaratmak için yatırımı geciktirebilir. Gelecek on yıl içinde yeni kapasite gerektiği bilinmektedir, bu ise iyi bir yatırım ortamı gerektirir. Son birkaç yılda dağıtımdaki kayıpların azaltılmasına rağmen, %18’lik teknik ve teknik olmayan kayıplar hala çok yüksektir. Yerli kömür rezervlerinin yakıt olarak avantajları değerlendirilmeli ve teşvik edilmelidir. Kömür madenciliğinde verimliliği artırmak için devlete ait işletmelerin özelleştirilmesi ve kiralamalı ve anlaşmalı madencilik işletmeciliği gibi çalışmalar hızlandırılmalıdır. Enerji ile ilgili tüm alanlarda devlet kurumları ve ofisleri arasında koordinasyon geliştirilmelidir. Enerji politikaları geliştirilirken tüm tarafların ve özellikle tüketicilerin görüşleri alınmalıdır. Enerji fiyatlarının maliyeti yansıtması sağlanmalıdır.
Enerji Politikasının Öncelikleri
Enerji politikasının sürdürülmesi ve yürütülmesi kolay olmamaktadır. Bunun nedenleri arasında; hükümetlerin kısa süreli planlamaları ve dolayısıyla hükümetten hükümete değişen stratejiler, günübirlik politikalar, alınan karar ve programlara (üniversiteler de dahil olmak üzere) toplumun yeterince entegre olmaması ve katkıda bulunamaması, kırılgan/hassas ekonomisiyle Türkiye’nin dış olaylardan kolay etkileniyor olması, enerji üreten bölgelere yakınlığı ve enerji tüketen ülkelere enerji iletiminde Türkiye’ye biçilen enerji koridoru/köprüsü/terminali rolünü de kapsayan jeopolitik önemi ve toplumun hızla kalkınması sürecinde, enerji arzı öncelikli planlamalarda yasal, teknik ve toplum bilinçlenmesi gibi altyapı unsurlarının ihmal edilmeleri sayılabilir. Türkiye’de enerji politikası sık sık tartışılmaktadır. Bunda uluslararası düzeyde gelişmelerin rolü olduğu kadar, Türkiye’deki enerji sisteminin kararlı ve oturmuş bir yapıda olmamasının yanı sıra, enerji politikalarının zayıflıkları ve eksiklikleri önemli rol oynamaktadır.
Örneğin; 2001’de Uzakdoğu’dan kaynaklanan ekonomik kriz öncesinde doğal gaza bağımlılığı hızla arttıran ve 2020’li yıllarda doğal gaz tüketimini yıllık 80 milyar m3 değerlerine yükseltecek şekilde tahminler yapan ve dolayısıyla son birkaç yıldır yaşadığımız bazı sorunlara neden olan aşırı doğal gaz temin bağlantılarını kapsayan bir enerji vizyonu 2001 ekonomik krizi sonrasında iflas etmiştir. Ayrıca, 18 yıldır şehirlerimizde doğal gaz kullanılırken ve Avrupa’nın en hızlı gelişen doğal gaz pazarı ve tüketici ülkesi olurken doğal gaz yasasının 5 yıl önce çıkartılmış olması ve yasanın getirdiği bazı yeniliklerin ertelenerek
uygulanmamaları ve daha da kötüsü stratejik önemi olan doğal gaz yeraltı depolarının hala tamamlanmamış olması gibi sorunlar Türkiye’nin doğal gaz politikasındaki güveni sarsan gerçeklerdir. Bu tür örnekleri enerjinin diğer konularında da sıralamak ve çoğaltmak olasıdır. En çarpıcı olan bir başka örnek ise Türkiye’nin nükleer enerji politikasında görülmektedir. Yaklaşık son 40 yıl içinde 4 kez ve farklı hükümetlerce ertelenen nükleer enerji santralı
kurma ihaleleri beşinci kez gündemdedir. Bugüne kadarki ertelemeler, karar verici hükümetlerin kararsızlıklarını, politikasızlıklarını ve en önemlisi Türkiye’nin enerji stratejisindeki olumsuzlukları yansıtmaktadır. Türkiye’nin jeotermal enerji politikası da tartışmaya ve eleştirilere açık durumdadır. Bunda, jeotermal yasanın bir türlü çıkarılmamış olmasının getirdiği yasal boşluklarla birlikte, jeotermal sahaların işletiminde bilimsel
yöntem ve yaklaşımların yeterince dikkate alınmamasının da rolü vardır. Bu konuda en iyi örnek olarak, Türkiye’de jeotermal enerjiden elektrik üretiminde ilk ve en büyük kapasiteli tesis olan Kızıldere jeotermal sahasının işletilmesi verilebilir. Sahada halen yaklaşık 11 MW ortalama kapasitede santral çalışmaktadır ve üretim kuyularında sahanın ilk işletime alındığı
günden bu yana yaklaşık 55-60 m’lik seviye düşümü veya 5.5-6 bar’lık basınç düşümü gözlenmiştir. Bu tür sahaların işletilmesinde olmazsa olmazlardan birisi rezervuara tekrar basma (reenjeksiyon) uygulaması, bir başka deyişle, üretilen ve ısısı alınan göreli olarak soğuk artık suyun rezervuara tekrar basılarak rezervuar basıncının ve enerjisinin korunmasının sağlanmasıdır. Kızıldere jeotermal sahasında artık suyun rezervuara reenjekte edilmesi yerine elektrik üretiminde kullanılmak üzere bir başka 6 MW kapasiteli bir santralın kurulması için lisans alındığı bilinmektedir. Halbuki artık suyun rezervuara basılmasıyla sahanın ömrünün uzatılması gerçekleşeceği gibi, daha fazla elektrik üretimi söz konusu ise mevcut santralin kapasitesinin büyütülmesi çalışmasının öngörülmesi çok daha sağlıklı bir yaklaşım olabilecektir. Reenjeksiyon konusu, jeotermal sahaların işletilmesinde geçerli jeotermal enerji politikasında öncelikli konulardan birisi olmak durumundadır. Maalesef, Türkiye’deki jeotermal sahaların işletiminde reenjeksiyon konusu en çok ihmal edilen ve yanlış uygulamaların yapıldığı bir konudur.
Geleceğe yönelik genel enerji talep ve üretim projeksiyonları yapmak kolay değildir. Fakat, yine de, geleceği şekillendirebilecek bazı temel eğilimler tanımlanabilir. Geçmiş incelendiğinde; gelişmiş ülkelerdeki eğilimleri izlemesi ve uygulamaya çalışması, odun, bitki ve hayvan artıkları gibi enerji kaynaklarından doğal gazın başı çektiği fosil kaynaklara değişim göstermesi, tüm ihracat gelirleri sadece petrol ithalat giderini karşıladığı 1970’lerdeki petrol krizi döneminden ihracat gelirlerinin petrol ithalat giderinin 5-6 katına ulaştığı ekonomik yapıya dönüşüm yapması, tüm köylerimize elektriğin ulaştırılması gibi gelişmelerin
Türkiye’de enerji sektöründe gerçekleştirildiği görülmektedir. Tüm bunlar olumlu ve önemli hamlelerdir. Ancak, Türkiye gelişmesini sürdürürken gelişmiş ülkeler de daha ileri hamlelerle enerji sistemlerinde sürdürülebilirlik, çevre koruma, verimlilik, liberal, şeffaf ve rekabetçi piyasalar, ucuzluk vb. gibi özellikleri gündeme getirmektedirler. Kişi başına enerji tüketimi dünya ortalamasından düşük olan Türkiye, dünya ortalamasını yakalamaya çalışırken, dünya ise enerjinin daha verimli kullanılmasını kapsayan ve birim GSMH başına tüketilen enerji miktarı olarak tanımlanan enerji yoğunluğu terimini yaklaşık son 15 yıldan beri gelişmişliğin göstergesi olarak kullanmaktadır. Türkiye’de verimlilik konusu, 22 Şubat 2007 tarihinde TBMM’de kabul edilen Enerji Verimliliği Yasası ile yasal anlamda bugünlerde gündeme girmiş iken, Türkiye hala kişi başına enerji tüketimini gelişmişlik göstergesi sayan toplumdan enerji yoğunluğunu gelişmişlik göstergesi sayan topluma geçişi anlama süreci içindedir.
Dolayısıyla, Türkiye’nin enerji konusunda yapması gereken çok işi ve alması gereken çok uzun bir yolu olduğu açıktır. Fakat her şeyden önce, Türkiye’nin uzun erimli, kararlı, tutarlı ve enerji hamlelerine cesaretle ve hatta radikal kararlarla yön verebilecek bir enerji politikasına ve stratejisine gereksinimi vardır. Sürdürülebilir ve toplum çıkarlarını gözeten, çevreye saygılı, temini güvenli olan enerji kaynaklarına dayanan, stratejik yapısı güçlendirilmiş ve sağlam bir enerji sistemi Türkiye’nin enerji politikasında öncelikle yer almak durumundadır. Geleceğe yönelik enerji sistemi irdelendiğinde, dikkate alınması gereken ölçütler arasında; kişi başına enerji tüketimi, enerji yoğunluğu, hava ve çevre kirliliği yer alırken; enerji kaynaklarına talep dağılımı, yerli konvansiyonel ve yenilenebilir enerji kaynaklarının geliştirilmesi ve toplam enerji arzındaki
oranı, Türkiye’de teknoloji geliştirme ve Ar-Ge çalışmaları, gerekli yatırımların temini ve gerçekleştirilmesi, yasal altyapının oluşturulması, Türkiye’nin jeopolitik konumu ve enerjinin stratejik özellikleri gibi konular ise her türlü analiz ve değerlendirmede göz ardı edilmemesi gereken konulardır.
Yine Türkiye’de geleceğin enerji sistemi planlandığında, sistemin bileşenlerinden birisi de, enerji kaynakları için stratejik rezervlerdir. Özellikle, dışa bağlı olduğumuz enerji kaynaklarının stratejik rezervlerinin oluşturulması gerekmektedir.[10]
Türkiye’nin Enerji Politikalarında İyileştirme Gerçekleştirilmeli
Türkiye konumu itibariyle bir yandan Batı’nın enerji ihtiyacı için önemli bir geçiş güzergahında yer alırken, diğer yandan jeostratejik rekabet sebebiyle yeni boru hatlarının inşasında engellerle karşılaşmaktadır. Türkiye enerji ithalatının yaklaşık yüzde 50’sini Rusya’dan ve İran’dan aldığı doğal gaz ile karşılamaktadır. İran’dan gelen doğal gaz, Türkiye’nin toplam enerji ithalatının yüzde 20’sini oluşturmaktadır. Tahran’ın nükleer programından dolayı Amerika’nın yaptığı izolasyon baskısı nedeniyle bu oranda azalma gerçekleşmektedir. Amerikan yönetimi ısrarlı bir şekilde İran kaynaklarını dünya pazarlarına aktaracak enerji nakil hatları projelerine karşı çıkmaktadır. Enerji meselesi gittikçe ikili ilişkileri belirleyen ana birim haline gelirken, karar alma süreçleri enerji boru hatlarının hangi ölçüde ülke topraklarını birbirlerine bağladığı zemin üzerinde şekillenmektedir. Aslında enerji nakil hatları ile birbirlerine bağlanan ülkeler arasında savaş çıkma ihtimali tersi bir duruma göre son derece düşüktür. Çünkü taraflardan birinin ulusal güvenliği tehdit edildiği takdirde aynı koridor içindeki diğer ülkelerde benzer oranda ekonomik, siyasi veya ulusal anlamda tehdit algılayacaktır. Türkiye statüsü itibariyle enerji terminali özelliğini devam ettirmesine karşın bir takım eksiklikleri bulunmaktadır. Bunların başında Türkiye’nin Avrasya enerji jeopolitiği üzerinde yeterli ölçüde politika geliştirmemesi gelmektedir. AB’nin enerjide dışa bağımlı olması sebebiyle Rusya’nın enerji tedarikinde tekelini kırmak için alternatif enerji yolları projelerini desteklemektedir. bu bağlamda Türkiye’nin AB enerji güvenliği sağlanmasındaki kritik rolü Ankara tarafından iyi değerlendirilmelidir. Türkiye’yi ilgilendiren bir başka önemli mesele Hazar’ın hukuki statüsü tartışmalarındaki potansiyel rolüdür.[8] Türkiye geliştirdiği bölge siyasetiyle coğrafyada karmaşık sorunlarda kilit öneme sahip ülke olurken, şüphesiz güç dengesinin ülkelerin jeopolitik özellikleri üzerinden sağlanmasına Türkiye’nin katkısı sorunlarda “arabulucu” olma siyasetinden ileri gelmektedir. Birçok önemli enerji boru hattı Türkiye topraklarından geçerek Avrupa’ya taşınmaktadır. Örneğin, Kerkük-Yumurtalık Boru hattı yaklaşık 30 yıldır petrol akışını sağlarken, boru hattının kapasite arttırma çalışmaları devam etmektedir. Hat sayesinde Basra Körfezinden gelen Irak petrolleri çeşitlendirilmekte ve Avrupa’ya gönderilmektedir.
2002 yılında açılan İran-Türkiye doğal gaz hattı ile Türkiye, Rusya’ya enerjide olan bağımlılığını azaltmayı hedeflemiştir. Fakat tıpkı 2008 yılında olduğu gibi havaların soğukluğunu ve gaz miktarında azalmayı bahane ederek Tahran yönetimi, gaz ihracında indirime giderek “güvenilmez” enerji tedarikçisi olduğunu göstermişti. Bir sonraki bölümde detaylı olarak inceleyeceğimiz Azerbaycan petrollerini Akdeniz’e taşıyan Bakü-Tiflis-Ceyhan petrol boru hattı, enerji hatları arasında kritik öneme sahiptir. 2006 yılında faaliyete giren, çoğunluğu Türkiye topraklarından geçen boru hattı, Türkiye’nin jeopolitik konumuna büyük katkı sağlayarak ülkeyi “enerji terminali” statüsüne taşımıştır. Bir başka başlık altında incelenecek olan Nabucco Projesi ise Avrupa’nın enerji güvenliği için kilit rolde görülüyor. Bu sayede Orta Asya, Kafkaslar ve Orta Doğu’daki zengin enerji kaynakları Türkiye üzerinden Avrupa’ya ulaştırılacak, bu sayede Rusya’ya olan bağımlılık azami ölçüye indirilmesi hedeflenmektedir. İç talebi karşılamak için alınması gereken önlemler enerji nakil hatlarında oynayacağı kritik öneme bağlı olan Türkiye için geleceğe yönelik, uzun vadeli enerji stratejileri geliştirmesi zaruridir.
Bölgede Boru Hatlarının Çeşitlendirilmesi Ülkeler Arası Bağları Kuvvetlendirecektir
Nabucco gibi büyük projelerin devamı ve mevcut olan boru hatlarının kapasitelerinin arttırılması için Hazar Denizi’nin hukuki statüsü netlik kazanmalıdır. Sorunların “halı altına” süpürülerek Türkmen gazını İran üzerinde Türkiye’ye oradan da Avrupa’ya taşıma düşüncesi enerji güvenliğinin sağlanması açısından olumlu bir görüş değildir. Türkiye öncelikle Hazar’ın statüsü meselesini aydınlığa kavuşturabilmek için Enerji Bakanlığı’nın ayrı bir alt biriminde Hazar’a kıyıdaş ülkeler arasında mutabakat sağlayabilmek için açık diplomasi yürütmelidir. Bu sayede Hazar Havzasından gelecek enerji kaynakları ile boru hatlarının kapasitesi arttırılırken aynı zamanda Türkiye’nin de içinde yer alacağı başka projelere de imkân sağlanacaktır. Türkiye’nin yeni enerji stratejisinde bir başka nihai hedefi ise Orta Doğu ve Kafkasya bölgelerini yeni boru hatları ile daha entegre hale getirmek, dolayısıyla yalnız ekonomik açıdan değil, siyasi anlamda da ülkeler arası iletişimi kuvvetlendirerek yakınlaşmalarını sağlamaktır. Türkiye topraklarının enerji hatlarının kesiştiği coğrafya haline gelmesi ülkenin “dengenin dengeleyicisi” konumunu pekiştirirken, bölgesel güç olabilme hedefine uygun zemin sağlayacaktır.[11]
Avrupa Birliği ve Türkiye’nin Enerji Politikası
Avrupa Birliği Enerji Politikası: Enerji Arz Güvenliği ve Yenilenebilir Enerji Kaynaklarına Teşvik
Avrupa Birliği Enerji politikasını şekillendiren iki önemli konu mevcuttur. Bunlar, enerji arz güvenliği ve bunun sağlanması ile Yenilenebilir enerji kaynaklarının dışa bağımlılığı azaltması sebebiyle Avrupalı devletleri enerjilerini bu alandan karşılamaları için teşvik edilmesidir.
Şimdi politikanın temelinde yatan bu iki konuyu ayrıntılı şekilde ele alalım;
a)Enerji Arz Güvenliği ve Tehditlere Karşı Uzun Vadeli Strateji
Enerji Arz güvenliğinden kastedilen, kesintisiz enerji arzının tüm kullanıcılar tarafından karşılanabilir bir ücret karşılığında kendilerine sunulmasını sağlamaktır.
AB’nin ekonomisinin gelişimi, enerji tüketiminin artışından daha hızlı olmuştur. Buna karşın, AB’nin enerji açığı giderek artmaktadır. Kanımızca, AB uzun vadede de üretebildiği enerjiden çok daha fazlasını tüketmeye devam edecektir.
AB’nin enerji alanında ki dışa bağımlılığı arz güvenliği sorunun ortaya çıkarmıştır. Dışa bağımlılığın beraberinde getirdiği riskler iki başlık altında toplanabilir. Bunların ilki arz güvenliğine ilişkindir. Örneğin, Avrupa’ya ithal edilen doğalgazın yüzde 90’ı ticari, siyasi ve güvenlik risklerinin yüksek olduğu ülkelerden geçmektedir. Bu riskler Enerji Şartı antlaşmasına neden olmuştur. Bu antlaşma ile enerji alanında sınır ötesi işbirliğinin çok taraflı hukuki çerçevesi oluşturulmuştur.
AB’nin enerjide dışa bağımlılığının getirdiği ikinci risk ise, enerji naklinde kullanılan ekipmanların veya tesislerin zarar görmesi nedeniyle arzın tehlikeye girmesidir. Kanımızca, AB’ye doğalgaz taşıyan bir boru hattının zarar görmesi halinde arzın tehlikeye girmesi AB için önemli bir risk oluşturacaktır.
Arz güvenliği tehdidine karşı Birlik bir takım tedbirler almaya çalışmıştır. Bunlardan ilki yukarıda değindiğimiz Enerji Şartı Antlaşmasıdır. İkinci olarak, AB Komisyonu bir Yeşil Belge hazırlanmış ve bu belgede özellikle yerli kömürün kullanılması gerekliliğine dikkat çekmiştir. Yeşil Belge’de, enerji arz güvenliğine ilişkin iki husus özellikle vurgulanmaktadır. İlk olarak, AB’nin enerji alanında ki dışa bağımlılığının giderek artacağı ve genişleme politikasının buna çare olamayacağı belirtilmiştir. İkinci olarak ise, AB’nin enerji arzının koşullarını değiştirme konusunda çok fazla inisiyatifinin bulunmadığını belirtmektedir.
Arz güvenliğini hukuki temele dayandırmak isteyen AB, Doğalgaz Arz Güvenliği Yönergesi ve Elektrik Arz Güvenliği Yönergesini kabul etmiştir.
Örneğin, doğal gaz, Rusya, Ukrayna, Beyaz Rusya, Cezayir, Tunus ve Fas gibi ülkelerden geçerek AB’ye ulaşmaktadır. Bu bağlamda, Rus gazı, AB’ye ulaşmadan önce en az iki ülkeden daha geçmektedir. Her bir ülke güvenlik riskini daha da arttırmaktadır.
AB’nin yukarıda açıkladığımız üzere enerji açısından dışa bağımlı oluşu ve bu bağımlılığın giderek artıyor olması, hem ekonomik hem de jeopolitik açıdan birçok olumsuzlukları AB açısından beraberinde getirir niteliktedir. Bu analize jeopolitik açıdan bakacak olursak, AB’nin petrol ve doğal gaz arzının çok büyük oranda siyasi olarak istikrarlı olmayan bölgelerden yapıldığı görülmektedir. Gerçekten de, AB’nin petrol ithalatının yüzde 45’i Ortadoğu ülkelerinden yapılmaktadır. Eğer ekonomik açıdan bakacak olursak, bu dışa bağımlılığın AB’ye 1999 yılında 240 milyar Euro külfet olarak yansımıştır.
Hal böyle iken, AB’nin giderek artan dışa bağımlılığının olumsuz etkilerini en aza indirebilmesi için, uzun vadeli bir enerji stratejisi oluşturması kaçınılmazdır. Gerçekten de AB’nin özellikle talep yönetimi, enerji tasarrufu ve iç kaynakların geliştirilmesi gibi konularda uzun vadeli stratejiler oluşturduğunu görmek mümkündür.
AB, arz güvenliğini arttırmak için uzun vadeli enerji stratejisini oluştururken bir takım konulara özellikle önem vermektedir. Bunlardan ilki arz güvenliği ile amaçlananın mutlaka AB’nin enerji alanında kendi kendisine yeterliliğinin sağlanması olmadığı hususudur. Arz güvenliği stratejisini oluştururken AB’nin dikkat ettiği bir diğer husus ise, bu stratejinin diğer politikalarla çelişmemesidir.
b) Yenilenebilir Enerji Kaynaklarına Teşvik Edilmesi
Tüm dünyada olduğu gibi AB’de de enerji ihtiyacının önemli bir kısmı petrol, doğal gaz ve kömür gibi tükenir nitelikteki fosil kaynaklardan karşılanmaktadır. Lakin fosil kaynakların kullanılması, çevre bakımından, çıkarılma ve arzının pahalı olması açısından sorunlara yol açabilmektedir.
Bu nedenle rüzgâr, güneş gibi enerji kaynakları son zamanlarda fosil enerji kaynaklarına alternatif olarak ortaya çıkmış stratejik açıdan çok önemli kaynaklardır.
Yenilenebilir Enerji kaynaklarının en önemli avantajı kanımızca, arz güvenliğini tehdit edecek unsurların olmamasıdır. Zira fosil enerji kaynakları er ya da geç tükenecektir. Zaten, fosil kaynakların çıkarılması gelecekte daha masraflı olacaktır. Ve arz kaynakları bugün ki gibi siyasi yönden istikrarsız devletlerin elinde olacaktır. Bu bağlamda görüşümüz odur ki yenilenebilir enerji kaynakları arz güvenliğinin sağlanmasında en önemli enerji olabilir.
Komisyon tarafından de ifade edildiği üzere, AB’nin çok önemli bir yenilenebilir enerji potansiyeli bulunmaktadır. Bu bağlamda yüksek yenilenebilir enerji üretebilme potansiyeline sahip Avrupa devletleri bu enerjiye yönelerek hem enerjilerinin arz güvenliğini sağlamış olacaklar hem de dışa bağımlılığı önemli ölçüde azaltmış olacaktır.
Ayrıca yenilenebilir enerji kaynakları karbondioksit emisyonunu azaltarak çevrenin üzerinde pozitif etki bırakabilir.
Bunun yanı sıra yenilenebilir enerji kaynaklarının dezavantajları da söz konusudur. İlki, klasik enerji kaynaklarına göre çok yüksek maliyet ile çıkartılırlar. Bu enerji kaynakları için yüksek sermaye ve kendi kendisini finanse edebilmesi içinde uzun döneme ihtiyaç vardır. İkinci olarak, yenilenebilir enerji kaynaklarının önemli bir bölümü iklime bağımlıdır ve iklimde ki değişimlere göre enerji üretimi düşebilir. Örneğin, rüzgâr ve güneş enerjisi gibi. Bu durum arz güvenliğini tehdit edecek en ehemmiyetli konudur.
İşte bu sebeple yaraları zararlarına göre daha büyük olan yenilenebilir enerji konusunda Birlik üyeleri, komisyonlar tarafından teşvik edilmektedir. Kanımızca, bu konu enerji alanında Rus ve Orta Doğu ülkelerine bağımlı olan AB’nin enerji alanında ki dışa bağımlılığını önemli bir oranda azaltarak enerji arzının güvenliğini kendi ellerinde olmasını sağlayabilir.[12]
ENERJİNİN GELECEĞİ
Deloitte’un enerji alanındaki raporunda, Brezilya, Kanada ve Rusya enerjinin yeni süper güçleri olarak gösteriliyor.
Profesyonel hizmetler alanında faaliyet gösteren Deloitte, ‘Enerjinin Geleceği: Teknoloji, Arz-Talep ve Enerji Jeopolitiğini Nasıl Yeniden Şekillendiriyor?’ raporunu yayınladı.
Deloitte Enerji Grubu tarafından hazırlanan rapora göre, enerji kaynaklarının üretim, kullanım ve diğer süreçlerinin, tahmin edilenden iyi olmasının tek nedeni bu alanlarda teknolojinin geliştirilmesi ve kullanılması…
4 trilyon varillik potansiyel
19. yüzyıldan bu yana insanoğlunun 1 trilyon varil petrol ürettiği belirtilen raporda, ileri teknoloji araçlarla yapılacak keşiflerle yaklaşık 4 trilyon varil daha petrole ulaşılabileceği ifade ediliyor. Ayrıca, 2040 yılında, petrol ve diğer akaryakıtların, dünyanın en büyük enerji kaynağı olacağı ve toplam talebin 1/3’ünü karşılamaya devam edeceği öngörülüyor.
Yenilenebilir ve alternatif enerjinin de günümüzde giderek popüler hale geldiği vurgulanan raporda, yenilenebilir enerjinin 2015 yılında 800 milyar dolar büyüklüğe sahip olacağı ve dünya elektrik tüketiminin %17’sini karşılaşacağı tahmin ediliyor.
Enerji piyasasına ilişkin teknolojilerdeki son gelişmelerle birkaç yıl önce hayal edilemeyen gelişmelerin yakalandığı günümüzde, enerji şirketleri, bazı teknoloji şirketlerini bile geçmiş bulunuyor. Bilgi teknolojilerinde gelişmiş bu şirketler, önerdikleri çözümler ile enerji devriminde birçok konuda önemli rol oynuyorlar.
Deloitte Türkiye Enerji ve Doğal Kaynaklar Lideri Sibel Çetinkaya ise teknolojinin, bundan birkaç yıl önce erişilmesi imkânsız görünen potansiyelin kullanılabilir hale gelmesini sağladığını ifade ediyor. Çetinkaya, “Yazılım ve donanımı içine alan teknolojik gelişmeler şirketlerin ve bireylerin kendi enerji tüketimlerini izleyebilmelerine ve yönetebilmelerine imkân veriyor. Son dönemde teknolojik dönüşümün ekonomik, çevresel ve jeopolitik sonuçlarını görmek baş döndürüyor. Bugün enerji şirketleri en önemli teknoloji kullanıcıları arasında yer alıyor.
Enerji teknolojileri;
· Araştırmalarda inovasyonu tetiklemesi,
· Akıllı binalarla enerji yönetiminin sağlanması,
· Su, elektrik ve doğal gazda akıllı şebekelerle daha iyi bir kaynak planlaması yapılmasının sağlanması,
· Bireysel enerji tüketiminin izlenmesi ve yönetilmesinin sağlanması,
· Rüzgâr türbinlerinden güneş panellerine ve nükleer santrallere dek geniş bir yelpazede tasarım ve test yapılmasını sağlaması gibi unsurlarla enerji devriminin öncüleri sayılıyorlar. Teknoloji, kaynakların daha önce olmadığı kadar çok kullanıcıya erişmesini sağlıyor. Bu da ülke, şirket ve birey seviyesinde arz güvenliğinin daha rahat yönetilmesine imkân veriyor” dedi.
Büyük Oyun 2.0
Raporda, teknolojik gelişmelerin ekonomik, çevresel ve jeopolitik olarak önemi vurgulanırken, daha önemlisinin ise yeni aktörler ile yeni enerji oyunlarına giriş olduğu vurgulanıyor. Büyük Oyun 2.0’da, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri’nin yanı sıra yeni birer süper güç olarak Brezilya, Kanada ve Rusya’nın da adı geçiyor. Filipinler, Arjantin, Angola, Surinam ve Polonya ise enerji arenasında gelişmekte olan ülkeler arasında yer alıyor.
Henüz ilk zamanlarında bulunduğumuz Büyük Oyun 2.0’ın aktörlerinin arasında yukarıda bahsi geçen devletler olduğu gibi, büyük teknoloji şirketleri ve enerji üreticileri de bulunuyor. Yapılan öngörülerde bu aktörlerin tamamının, sadece enerjiyi nereden elde edeceğimizi ve ne kadara mal olacağını değil, aynı zamanda yerel ve global gelişimin nasıl şekilleneceğini de belirleyeceği ifade ediliyor.
ABD’nin enerjisi kendine yeter
Amerika Birleşik Devletleri’nin kaya gazından elde ettiği gazın, ülkedeki toplam gaz üretimindeki yerinin 2001’de %2 seviyesindeyken günümüzde %30’a ulaşmış olduğu aktarılan raporda, arzın artmasıyla fiyatlarda düşme yaşandığı, gittikçe azalan fiyatların tek sebebinin ise, kaya gazı üretiminde son yıllarda kullanımı artan ileri teknolojiye sahip yöntemler olduğu belirtiliyor.
Teknolojinin enerji piyasası üzerindeki diğer bir sonucunun ise petrol varil fiyatlarında görülebileceği söylenen raporda, 2008’de ham petrolün varil fiyatının, ani ve beklenmedik bir artışla 137 dolara çıkmasının ardından, petrol fiyatlarında sürekli düşüş yaşandığı vurgulanıyor. Öte yandan, Meksika Körfezi’nin derin sularından çıkarılan petrolle birlikte, 2008’den bu yana Amerikan petrol üretiminin %12 oranında yükseldiği vurgulanan raporda, tüketimin artarken, üretimin de bu koşullar altında artması yine ileri teknoloji kullanımına bağlanıyor.
Bu oranlarla Amerika Birleşik Devletleri, enerji konusunda kendine yetecek enerji üretim kapasitesine sahip oluyor.
Milli altyapı şart
Raporda, enerjide gelinen noktada güvenlik, teknoloji ve istikrarın vazgeçilmez unsurlar olduğunun altı çiziliyor.
Ayrıca yeni oyunda, daha büyük kitlelere, daha fazla enerji kaynağı sağlama zorunluluğu olacağı belirtilen rapora göre bu durum, bireyler, şirketler ve devletler için daha büyük bir enerji güvenliği arayışını da birlikte getiriyor.
Raporda, yeni enerji arenasında yer alan aktörlerin, özellikle devletlerin enerji güvenliğini sağlamak için aşağıdaki noktalara dikkat etmesi gerektiği belirtiliyor:
Ø Vizyoner ve istikrarlı bir milli politika inşa ederek, uzun dönemli enerji vizyonuna sahip olmak,
Ø Milli altyapı kurmak,
Ø AR-GE çalışmalarına uzun vadeli ve yoğun yatırımlar yapmak,
Ø AR-GE çalışmaları için uygun koşul ile ortam sağlamak ve teknolojilerin gelişme ortamı için uygun alan yaratmak,
Ø Kamuoyunu müttefike çevirmek için şeffaf ve hesap verebilir olmak.
Tüm bunlara ek olarak, rapor, teknoloji odaklı enerji devriminde, alışılmışın dışında devletlerin başarılı olamaması halinde, bireylerin ve şirketlerin kendi tüketimlerinde radikal değişiklik yaparak da yeni enerji oyununun geleceğini etkileyebileceklerine dikkat çekiyor.[13]
-Bu konuda ilgimi çeken diğer bir yazı da şöyle diyor;
2020 de tüketim için gereken dünyanın doğal kaynak kapasitesi ihtiyacımızın gerisinde kalmasıyla dünyanın enerji gereksinimi % 40 artmış olacak. Bu da şu demek oluyor: elektrik enerjisi ihtiyacı yılda % 2.5 artacak ve bu da ABD de kullanılan elektriğin 5 katı demek. Bütün bunlarla birlikte 2020 de ozon salınımının 5 milyon ton artması bekleniyor. “Buna karşılık geliştirilen bir şeyler var mı?” deyişinizi duyar gibiyim.
İşte çözümler;
· Deniz suyundan enerji üretimi mümkün olabilir mi? Pek bilinen bir enerji türü olmayan gel-git enerjisi, dünya üzerinde bazı kıyı şehirlerinde kullanılmaktadır. Deniz suyunun belli oranda ileri-geri hareketi sonucu ortaya çıkan enerjiyi, Kanada’nın Fund Koyu’nda su altına yerleştirilen türbinlerle 100 milyar tonluk suyun akış hızı elektrik enerjisine dönüştürülerek 4500 ev aydınlatılmaktadır.
· Diğer yapılan bir araştırmaya göre de Michigan Üniversitesi mühendislerinden Michael Bernitsas’ın geliştirdiği VIVACE ile okyanustan elde edilecek güç, güvenilir elektrik üretmekte kullanılabilir hale gelebilecek. Okyanus suyunda girdaplar oluşturup, bunların enerjilerini kullanarak enerji üretmek, sualtı yaşamı için hali hazırda kullanılan baraj ve su türbinlerinden daha az risk oluşturuyor olacak.
· Avrupa Birliği 2020 yılı için 1 milyon elektrikli arabanın kullanımda olmasını planlamakta. Aynı zamanda araçlar için su yosunundan yakıt üretimi planlanmakta. Pek bilinen bir yöntem olmamakla beraber su yosununun yakıt olarak tercih edilmesinin nedeni yağ bakımından zengin olması ve diğer kimyasallara göre maliyetinin ucuz olmasıdır. Amerikalı bir şirket bunun üretimine başladı bile. Amonyak, 2020 yılına kadar arabalar için alternatif yakıt haline gelebilir. Daha kolay sıvılaştırılır ve karbon yerine nitrojen yayar. İklim üzerinde daha az olumsuz etkiye sahiptir. Bundan dolayı bilim adamları amonyağa çok önem veriyor.
Sıkıştırılmış havayla çalışan motorlar enerji maliyetini düşürebilir. Sandia Ulusal Laboratuvarları’nda çalışan bilim adamları, sıkıştırılmış hava enerji depolama tesislerinin (CAES) dünyanın enerji sıkıntısını rahatlatabileceğini söylüyor. Bilim adamları sıkıştırılmış havanın, talebin düşük olduğu zamanlarda yeraltındaki jeolojik oluşumlara yönlendirileceğini belirtiyor. Birtakım ABD kamu kuruluşları CAES kurmayı düşünüyor.
· Araba tasarımında “güneş enerjili tavan” geleceğin çarpıcı trendi olabilir. Güneş enerjisiyle çalışan arabalar hiçbir zaman pek benimsenmedi, ancak arabaların tavanındaki, yakıt pilleriyle çalışan güneş pilleri, otomotiv showroom’larını sarsacak bir sonraki büyük gelişme olabilir. Volkswagen Space-Up Blue konsept arabası, bağımsız üretim Aptera ve Fisker Karma, daha şimdiden lityum-iyon akülerle ya da onların yerine çalışan araçların üstlerinde bulunan seçime bağlı güneş panellerini kullanan birkaç marka, model.
· Lambalarınız çöple yanabilir. Birmingham Üniversitesi’ndeki bilim adamlarına göre, bakteriler çöpü hidrojen yakıtına dönüştürebilir ve belirli koşullar altındaki, mikroorganizmalar çevreye hidrojen salabilir. Fütürist Garry Golden’a göre, ABD’nin şu anda her yıl yaktığı ya da çöp depolama alanlarına gönderdiği 170 milyon ton çöp, ülkenin enerji ihtiyacının yaklaşık yüzde 2,4’ünü yani 93,9 milyar KW’lık enerjisini sağlayabilir.
· Yabancı olduğumuz başka bir enerji kaynağı da Helyum 3′tür. Bu kaynak diğer enerji türlerine göre uzun vadeli olarak kararlı, temiz ve ucuz bir malzeme olarak görülmektedir.[14]
TEMİZ ENERJİ KAYNAKLARI HAKKINDA BİLGİ
Temiz enerji kaynaklarını şu şekilde sıralanabilir;
-
HİDRO
-
BİOMASS
-
GÜNEŞ
-
JEOTERMAL
-
RÜZGÂR
-
MET-CEZİR (Gel-Git)
-
DALGA
-
OKYANUS TERMALİ
DENİZ AKINTILARI
TÜRKİYE'NİN TEMİZ ENERJİ POTANSİYELİ
Güneş Enerjisi
Türkiye'de coğrafik konum dolayısıyla güneş enerjisinden güney kesimler ile Ege bölgesinin birazı fazlasıyla yararlanmaktadır. Türkiye'de bölgelerin yıllık güneşlenme süreleri:
Güneydoğu Anadolu Bölgesinde 3016 saat
Akdeniz Bölgesinde 2923 saat
Ege Bölgesinde 2725 saat
İç Anadolu Bölgesinde 2712 saat
Doğu Anadolu Bölgesinde 2693 saat
Marmara Bölgesinde 2529 saat
Karadeniz Bölgesinde 1965 saat şeklindedir.
Rüzgâr Enerjisi
Türkiye'de özellikle Ege ve Trakya bölgesi rüzgâr enerjisinden en çok aralanabileceğimiz alanlardır. Buralardaki rüzgâr hızının aylara göre dağılımı:
Bölge: Çanakkale, İzmir, Bodrum, Datça 30m yüksekliğinde ortalama rüzgâr hızı (m/s) : 7 - 7,5 7,5 - 9 7 - 7,5 7 - 7,5 Rüzgar bakımından en zengin aylar: Kasım-Şubat, Kasım-Şubat Aralık, Mayıs Aralık Mayıs-Eylül Mayıs-Eylül Eylül Mayıs-Eylül Gün içinde rüzgar bakımından en zengin saatler: 16.00 - 03.00 12.00 - 21.00 09.00 - 22.00 09.00 -22.00
Jeotermal Enerji
Ülkemizde en büyük jeotermal enerji potansiyeli Denizli-Sarayköy civarı olup, 1000 km2'lik bir alanda 160-200°C sıcaklıkta sıcak su (buhar) kaynakları mevcuttur. Halen 700 L/s debideki kaynaklar elektrik enerjisi üretiminde kullanılmaktadır. Diğer yüksek jeotermal enerji potansiyel bölgeleri Çanakkale, Afyon-Sandıklı, Kızılcahamam, Gönen, Simav, Kozaklıdır. Halen Kırşehir, Gönen, Simav, Kızılcahamam ve İzmir-Balçova'da sıcak kaplıca suları merkezi konut ısıtmasında kullanılmaktadır.
Ülkemizde ÖRME adlı özel bir jeotermal mühendislik şirketi, konuyla ilgili dernek ve kuruluşlar jeotermal ısıtma ile uğraşmakta ve bu kurum-kuruluşların verilerine göre Türkiye bu alanda Dünya'da 7. sırada yer almakta olup Türkiye'nin 5 milyon konutu ısıtacak potansiyele sahip olduğu iddia edilmektedir.
Enerjinin gelişimi için şu üç özellik şarttır; ulaşılabilirlik ( accessibility ), mevcudiyet (availability ), kabul edilebilirlik (acceptability ).
Enerji kaynakları boldur, küresel ekonomik büyümede sınırlandırıcı bir faktör olması beklenemez. Ancak bölgesel dağılımı, gelişmişlik ve dağıtım hızı tam olarak tatmin edici olmayabilir. Artan sayıda enerji şirketleri yenilenebilir enerji kaynaklarının gelişimi için teknoloji ve yatırım konularında merkez karar vericileri ve pazarlama mekanizmalarına güvenmektedir.
Buna rağmen pazarlama sinyalleri, tüm enerji ihtiyaçlarını karşılamada ve çevre önceliklerine saygı duymada yeterli değildir. Tek tek incelendiğinde;
Okyanus termali diğer yenilenebilir enerji kaynaklarına göre çok sayıda avantajları bulunmaktadır; küresel olarak deniz akıntısı kaynak potansiyeli büyüktür, daha yüksek enerji yoğunluklarına, yüksek tahmin edilebilirlikte güç çıktılarına sahiptir, ekstrem atmosferik dalgalanmalardan bağımsızdır ve görsel etkileri yoktur.
Jeotermal (yer kaynaklı) ısı pompalarının sayısındaki büyük artış, direkt ısı uygulamalarındaki artışa katkıda bulunmuştur. Kısa ve orta vadede jeotermal enerjiye bakış cesaretlendirilmesine rağmen, uzun vadeli beklenti, kaya ısısının teknolojik ve ekonomik varlığına bağlı olacaktır.
Rüzgâr enerjisi incelendiğinde, çok sayıdaki ülke ve bölgede, hızlı kapasite büyümesi sebebiyle, ulusal ve uluslararası politik destek, performans ve maliyetlerdeki ileri gelişmelere bağlı olarak 2010 yılına kadar küresel olarak kurulu rüzgâr kapasitesinin 150 GW a ulaşabileceği beklentisi vardır.
Biyokütle incelendiğinde, biyomasın fosil yakıtların yerine doğrudan konulabileceği, ağaçların karbon tüketmesinden biyomasın atmosferdeki karbon dioksit tüketilmesinde daha etkili olduğu tartışılmaktadır. Kyoto Protokolü biyomas enerjisinin daha ileri boyutlarda kullanılmasını desteklemektedir.[15]
Yüksek Petrol Fiyatları Hakkında
2006 içinde dünya borsalarında petrolün varil fiyatı 70-75 dolar düzeyinde oldukça yüksek değerlerde dolaştıktan sonra günümüzde yine de yüksek bir değer olduğuna inanılan 55-60 dolar civarında dolaşmaktadır. Petrol fiyatları arttığında hemen akla, dünyada petrolün tükenmekte olduğu gelmektedir. 1970-1980 dönemindeki petrol krizleri sırasında oluşan yüksek petrol fiyatları (o zamanın değeriyle yaklaşık 40 dolar ve bugüne göre
enflasyon ayarlı değeriyle yaklaşık 80-85 dolar) petrolün ömrünün tükenmekte olduğunu gündeme getirmiştir. Daha sonra, yüksek petrol fiyatlarına tepki olarak talep düşmüş; 1978-1983 arasında dünya petrol talebi %16, ABD’deki tüketim %20 azalmıştır. Arz cephesinde ise, yüksek fiyatlar petrol arama ve üretiminde yeni teknolojiler ve arayışlara yol açmış, yenilenebilir enerjiler alternatif olarak gündeme gelmiş, eskiden aranmayan ve teknolojik güçlüğü ile ekonomik sorunları olan bölgelerde arama çalışmaları çekici hale gelmiştir. Tüm bu çalışmalar sonucunda piyasaya yeni petrol kaynakları girmiş; azalmış olan talep ve piyasaya yeni giren ek arz, piyasa dengesini tekrar değiştirmiş, oluşan arz fazlası sonucunda 1986 yılında petrol varil fiyatı 9 dolara kadar inmiştir. Petrol fiyatının oldukça yüksek olduğu bugünlerde, yine “acaba dünyada petrol tükeniyor mu?” kaygısı gündeme gelmiş durumdadır. Daha önce değinildiği gibi, en azından kısa vadede, fiziksel olarak petrol rezervinde sorun
görünmemektedir. Yeni teknolojiler ve yüksek petrol fiyatları, ağır petrol sahaları, derin denizlerdeki petrol sahaları, Kanada’daki petrol-kumları gibi ihmal edilmiş bazı rezervleri ve aranmamış bölgeleri çekici ve ekonomik duruma getirecektir ve söz konusu durum son birkaç yıl içinde gerçekleşmiştir. Kanada’daki petrol-kumları içindeki petrol rezervi 200 milyar
varil olarak tahmin edilmektedir. Petrol fiyatının 35 dolar/varil ve yukarısında olması durumunda petrol-kumları sahasından üretilen petrol ekonomik duruma gelmekte ve üretilebilir rezerv sınıfına alınmaktadır. Söz konusu sahadan petrol üretimi ekonomik olduğunda, Suudi Arabistan’dan sonra dünyada petrol rezervine sahip ikinci büyük ülke Kanada olacaktır. Fiyatlar yükseldiğinde, eskiden çekici olmayan projeler uygulanabilir duruma gelmektedir. Ancak, petrol aramacılığında ve geliştirmede yatırım bütçesi yüksektir, yatırımın geri dönüşü uzun zaman almaktadır. Bu nedenle, şirketler atılım yaparken dikkatli davranmak durumundadırlar. Arama ve geliştirme projeleri uygulansa bile, bulunan yeni petrol kaynaklarının piyasaya girmesi yıllar sonra olmaktadır. Yeni petrol ve enerji kaynakları piyasaya girdiğinde, eğer talep arzdan daha fazla artmamışsa petrol fiyatı düşecektir.
İşletme maliyetleri karşılandığı sürece yeni projeler üretime devam edecektir. Fiyatlar düşerken şirketler işletme maliyetlerini de düşürmeye çalışacaklardır. İlk yatırım yapılmış
olduğundan, projenin başladığı zamana göre daha düşük petrol fiyatlarında bile proje işletiliyor olacaktır. Özellikle 1973-1983 arasındaki petrol krizi döneminde, petrole seçenek
olabilecek alternatif kaynaklar çok araştırılmış ve petrol rakipsiz kalmamıştır. Her petrol fiyat artışında, enerji alternatifleri piyasaya girmeye çalışmaktadırlar. Bu tür dönemlerde yatırımlar, sadece petrol arama ve geliştirme projelerine değil, aynı zamanda enerji verimliliği teknolojileri ve alternatif enerji arzı çalışmaları projelerine de yönelmektedir. Aslında, gelecekte bir tarihte, fiyat-uygunluk-çevresel etkilerin oluşturduğu bir algoritmaya bağlı olarak dünyada petrole alternatif bulunacaktır. Fakat bu tarih, petrolün tükendiği tarih değil, petrole iyi bir alternatif bulunduğu tarih olacaktır. Dünyada enerji kaynaklarının tarihsel gelişimine bakıldığında da bu görülmektedir. Odun tükenmeden kömüre, kömür tükenmeden petrole, petrol tükenmeden doğal gaza geçiş yapılmıştır. Dolayısıyla, yüksek petrol fiyatlarını hemen petrolün tükendiği şeklinde algılamamak gerekmektedir. Kaldı ki son 150 yıllık petrol tarihçesinde fiyatların değişimi incelendiğinde benzer iniş-çıkışlara rastlamak olasıdır.
Savaşlar, petrol üreticisi ülkelerdeki karışıklıklar, özellikle ABD, AB, Rusya ve şimdi de Çin’in petrolü kontrol etme çalışmaları, New York Stock Exchange (NYSE) gibi borsalarda oynayan spekülatörler, petrol fiyatı arttığında gelirleri rekor kıran uluslararası şirketler, petrol fiyatını oluşturan aktörlerdir. Irak’ın ABD tarafından işgali, Nijerya’daki karışıklıklar, İran’ın
nükleer güce sahip olma girişimleri, Venezuela’nın ABD’ye kafa tutması, gelişen Çin’in dünya arz-talep dengesindeki etkisi, ABD’nin petrol ve doğal gaz üretimi yaptığı Meksika Körfezi’nde 2005’teki Katrina ve Rita kasırgaları, vb., petrol fiyatında yükselmenin nedenleri olarak akla gelmektedir. Son olarak, dünya petrol ticaretinde geçerli para olarak Amerikan doları yerine Avrupa avrosunun (euro) yavaş yavaş kullanılmaya başlanmış olmasının
petrol fiyatlarında son birkaç yıldır görünür artış eğiliminde bir etken olduğunu da belirtmek gerekmektedir. Avrupa avrosu Amerikan dolarına göre değer kazandıkça, petrol fiyatının da dolar bazında yükselmesi beklenmektedir.
Çevreyle dost, sürdürülebilirlik özelliğine sahip, güvenle ulaşılan, uluslararası ilişkilerde dünyanın çıkarını gözeten ve ekonomik olan bir enerji sisteminin gerektiği açıktır. Dünya yeni bir enerji sistemine doğru kayarken aşağıda sıralanan konulara ağırlık verilecektir:
1. Enerji tasarrufu ve verimli kullanımı
2. Araştırma-geliştirme çalışmaları
3. Alışılagelmiş enerji kaynakları için tüm sosyal-çevre türü maliyetlerin fiyatlarına yansıtılması
4. Temiz, yenilenebilir enerji kaynaklarının desteklenmesi
5. Ulaşılabilir hedeflerin ve amaçların belirlenmesi.
AB’nin 2007 yılı çalışma programında yer alan enerji konusunda işbirliğinin amacı; mevcut fosil yakıtlara dayanan enerji sisteminden, gittikçe zorlaşan enerjinin güvenli teminine ve iklim değişikliği baskılarına yönelik olarak, daha düşük ve hatta sıfır CO2 emisyonlu enerji teknolojilerine ve artan enerji verimi ve tasarrufuna özel önem veren, enerji kaynakları ve enerji taşıyıcıların uygun karışımına dayanan, ithal yakıtlara daha az bağımlı ve sürdürülebilir enerji sistemine geçişi sağlamaktır. AB’ye benzer olarak, tüm dünya yeni bir enerji sistemine geçişin planlarını yapmaktadır. Yeni enerji sistemini tüm ülkelerin hedeflemesi gerekmektedir. Tüm ülkelerin ortak paydası yaşadığımız dünyayı paylaşıyor olmamızdır. Enerjinin doğayı kirletmeden temiz ve verimli kullanılmasının dünyanın geleceğini ve gelecek nesillerin yaşam ortamını olumlu etkileyeceği bir gerçektir. Bizim nesilde olmasa bile gelecek neslin içinde dünya ekonomisinde fosil yakıtlardan karbon-dışı yakıtlara doğru bir geçiş sürecinin yaşanması beklenmektedir. Birincil enerji tüketiminin %85’ini oluşturan petrol, gaz ve kömürle dünya enerji ekonomisi karbon ağırlıklıdır. Fosil yakıtlara bağımlılık yaklaşık 200 yıllık bir geçmişe sahiptir, 1600-1800 arası ise odunun kullanıldığı ve ormanların tüketildiği bir dönemdir. Fosil yakıtlara olan uzun bağımlılık tarihçesi, fosilden karbon-olmayan ekonomiye geçiş döneminin zor olacağını işaret etmektedir. Açıkça ve kesin olarak, bu geçiş devrim niteliğinde olacaktır ve tüm dünyada hükümetler ve endüstri tarafından alınacak benzeri görülmemiş sorumluluk ve kararlar içerecektir.[16]
[1] Halil Nebiler, Suat Parlar, Petrolün Ekonomi Politiği, İstanbul, Sarmal Yayınevi, 1996, s. 9,10,11.
[2] Ayhan Orhan, Türkiye Ekonomisinde Yakın Dönem Siyasi Ve Ekonomik İzlenimler, Kocaeli, Umuttepe Yayınları, 2011, s.234
[3] H.Naci Bayraç, Uluslararası Petrol Piyasasının Ekonomik Analizi, 2007, Web Adresi: http://www.turksam.org/tr/a1156.html, Erişim Tarihi: 02.01.2014, s. 1.
[4] A.Naci Arıkan, Amerika Birleşik Devletlerindeki Mali Kriz Ve Petrol Fiyatlarındaki Değişimler Nedenleri Ve Sonuçları, Ankara, Maliye Bakanlığı Strateji Geliştirme Başkanlığı Yayınları, 2008.
[5] Maliye Bakanlığı, Petrol İhracatçısı Ülkelerin Cari İşlemler Fazlaları: Petro dolarlar, Araştırma, Planlama ve Koordinasyon Başkanlığı Yayını, 2008, Çevirenler; Pınar Önertürk, F.Selda Bozkurt ve Işıl Ergözen, Rapor No:17, s.2
[6] Türkiye’nin Enerji Stratejisi: Türkiye’nin Enerji Profili ve Stratejisi, Web Adresi: http://www.mfa.gov.tr/turkiye_nin-enerji-stratejisi.tr.mfa, Erişim Tarihi: 05.01.2014.
[7] Ufuk Kantörün, Bölgesel Enerji Politikaları Ve Türkiye, Web Adresi: http://www.bilgestrateji.com/en/images/stories/bilgestrateji/BS2010-2/BS2010-2%2087-114.pdf, Erişim Tarihi: 03.01.2014, s. 104-110.
[8] Furkan Kaya, Türkiye’nin Enerji Stratejisi, Web Adresi: http://www.haberhakki.com/genel/turkiyenin-enerji-stratejisi.html, Erişim Tarihi: 16.01.2014, s.1.
[9] TÜSİAD, 21. Yüzyıla Girerken Türkiye’nin Enerji Stratejisinin Değerlendirilmesi, İstanbul, 1998, s.243.
[10] Türkiye’de Enerji ve Geleceği: İTÜ Görüşü, İstanbul, 2007, s. 155-159, 160-165.
[11] Furkan Kaya, Türkiye’nin Enerji Stratejisi, Web Adresi: http://www.haberhakki.com/genel/turkiyenin-enerji-stratejisi.html, Erişim Tarihi: 16.01.2014, s.1.
[12] Gökhan Çayan, Avrupa Birliği Enerji Hukuku, Politikası ve Türkiye, 2010, Web Adresi: http://www.tuicakademi.org/index.php/kategoriler/avrupa/309-avrupa-birligi-enerji-hukuku-politikasi-ve-turkiye-, Erişim Tarihi: 11.01.2014. s.1.
[13] Enerjinin Geleceği, 2013, Web Adresi: http://www.alternaturk.org/haber/enerjinin-gelecegi/, Erişim Tarihi: 11.01.2014. s.1.
[14] Ayşe Başağaoğlu, Enerjinin Geleceği, 2012, Web Adresi: http://www.gencfuturistler.org/yazilar/enerjinin-gelecegi/, Erişim Tarihi: 11.01.2014, s.1.
[15] Temiz Enerji Kaynakları, 2012, Web Adresi: http://www.forumdas.net/konu/temiz-enerji-kaynaklari.191743/, Erişim Tarihi: 12.01.2014, s.1.
[16] Türkiye’de Enerji Ve Geleceği: İTÜ Görüşü, İstanbul, 2007, s. 21-23, 25-26.