Rukiye Eroğlu "Bir şeyi istiyorsan, git ve al!" The Pursuit of Happyness
"Ustalarını geçmeye çalışan bir çırak."
İdealizm
İnsanlığın o güne dek şahitlik ettiği en büyük savaş olan, hem oluşumu ve gelişimi, hem de sonuçlarıyla birçok alanda kırılmalara sebebiyet veren I. Dünya Savaşı, bir disiplin olarak Uluslararası İlişkiler ’in kuruluş ve gelişiminde de çok önemli bir rol oynamıştır. I. Dünya Savaşı, savaşın devletlerin dış politikalarında başvurabilecekleri rasyonel bir araç olmadığını, kazananlarla kaybedenler arasında çok da bir fark bulunmadığını, yıkımın herkesi etkilediğini; Sistemin bazen liderlerin bile kontrol edemeyeceği bir hal alabileceğini, savaşın aslında devlet adamları arasındaki iletişim eksikliğinden kaynaklandığını ve son olarak da demokrasinin yerleşememesinin savaşı ateşleyen bir unsur olduğu iddialarını açık bir şekilde gündeme getirdi. Bunun bir uzantısı olarak da, insanlar bir daha benzer felaketleri yaşamamak adına bu tür felaketlerin önüne nasıl geçebiliriz sorusu üzerinde yoğunlaşmaya başladılar. Sorunun çözümü için öncelikle uygun bir zeminin ve kullanışlı araçların yaratılması gerekiyordu. İşte bu noktada zaten hali hazırdaki birikimlerin de etkisi ile otonom bir sosyal disiplin olarak Uluslararası İlişkiler ortaya çıkacaktı. Uluslararası İlişkiler sosyal bilimlerin diğer disiplinleri ile karşılaştırıldığı zaman genç bir disiplin olmasına rağmen hızla büyümüş ve her geçen gün
giderek daha cazip bir çalışma alanı haline gelmiştir.
I. Dünya Savaşı’nın bitişinden, uluslararası işbirliği yerine güç politikalarının yeniden ön plana çıkmaya başladığı 1930’lu yılların sonuna dek hakim olan havaya ya da paradigmaya İdealizm ismini -paradoksal olsa da- uygun görenler Realistler olacaktır. Sadece Realistlerin kendi yöntemleri kullanılarak İdealizmin kökenlerini insanın ve insanlığın atası Hz. Adem’e kadar götürebilir.
İdealizmin XX. yüzyıldaki seyrine baktığımızda, not edilmesi gereken bir diğer katkı da siyaset sahnesinden gelmiştir; Woodrow Wilson. Nasıl daha istikrarlı devletler sistemi-güvenli bir uluslararası ilişkiler yaratabiliriz sorusunu kendine soran ve ticaret ve hukuk ile birbirine bağlanmış liberal, demokratik bir dünya hedefleyen Wilson, böylesi bir dünya için neler yapılması gerektiğine dair 14 ilkesini açıkladı. Denizlerde serbestlik, açık diplomasi, ticaret, silahsızlanma, uluslararası bir örgütün tesisi, sömürgeler, self-determinasyon gibi vurucu noktalara sahip bu 14 noktanın dışında Wilson, insan doğasının iyi olduğuna, liberal demokratik devletlerin bir araya gelerek uluslararası barış ve güvenliği tesis edeceğine ve insanlığın eğitim yolu ile savaşı politikaların bir aracı olmaktan çıkarabileceğine inanıyordu. Herkesçe kabul edilecek bir adalet anlayışının yerleşmesi gerektiğini de vurgulayan Wilson, uluslararası işbirliği, serbest ticaret, demokratik yönetimler ve ulusların eşit bir şekilde temsil edildiği bir uluslararası örgüt sayesinde daimi barışın tesis edileceğini savunuyordu. Bununla birlikte Wilson’un, hem barışçıl bir dünya düzeni yaratmak projesi dahilindeki fikirleri, hem de başkanlığı döneminde izlediği politikaları, birçok çevre tarafından yoğun eleştiri bombardımanına maruz kalmaktan kurtulamadı İdealizm, her şeyden önce, yukarıda da bahsedildiği üzere, bu yaklaşımı benimseyenler tarafından seçilmiş bir tanımlama aracı değildir. Daha çok, özellikle XX. yüzyılın ilk çeyreğinden sonra disiplinin hakim paradigması olan Realistlerin isimlendirmesi ile ortaya atılmış bir yaklaşımdır. Siyaset Bilimi, Ekonomi ve Sosyalizm’in doğuşunda olduğu üzere Uluslararası İlişkiler ’in doğuşunda da Ütopyanizm’in hakim olduğunu ileri süren ve İdealistlere bu isimi veren Edward H. Carr’dır.
İdealizm baştan ayağa normatif unsurlara bulanmıştır. İdealistler insanlığın ortak çıkarlarına vurgu yapar. Özünde alturistik (diğerkâmlık) bir dürtüye sahip insanın, esasında iyi olduğuna işaret eden İdealistler, böyle tanımladıkları bireyin kötü ruhlu olmadığına da inanırlar. İnsanların günahkarlığı, kendi çıkarlarını maksimize etmek için bireyi pragmatik bir araç olarak kullanan çevresel koşullardan kaynaklanmaktadır. Bireyler çatışmadan çok, karşılıklı yardımlaşma ve işbirliğine açıktırlar.
İdealistlere göre savaş, tarihsel olarak sürekli başvurulan ve devletlerin çıkarlarını maksimize etmek için kullandıkları bir araçtır ve bu araç sanılanın aksine kaçınılmaz ya da önlenemez niteliğe haiz değildir. Savaşların önlenmesi yolunda atılması gereken ilk adım, devletlerarasında sürekli başvurulan bir yöntem olan gizli diplomasinin önüne geçmektir. İdealistlere göre, ulusal araçlar ve sınırlı amaçlar içeren ikili antlaşmalardan ve güvenlik önlemlerinden ziyade, kolektif ve çok taraflı araçlar içeren, daha geniş katılımın sağlandığı platformlar tercih edilmelidir I. Dünya Savaşı’na hatta daha da genişleterek II. Dünya Savaşı’na kadar uzanan ve milat olarak XVII. yüzyılda hayat bulan güç dengesi sistemi gibi salt çıkar ve güvenlik mefhumları üzerine kurgulanmış sistemlerin, savaş riskini artırdığı İdealistler tarafından özellikle vurgulanır.
İdealistlere göre, self-determinasyonun yaygın bir şekilde hayata geçirilmesi, çatışmaların çözümü için yeterli bir etken olmasa da gerekli bir etkendir. Çünkü self-determinasyon, demokratik kurumların bir ulus içerisinde yerleşmesinde ve gelişmesinde önemli bir fonksiyon icra eder. Kantian anlamda demokratik prensiplerle kendi bağımsızlığına ve yönetme hakkına sahip ulusların yaygınlaşmasıyla birlikte, daha güvenli ve istikrarlı bir uluslararası yapı ortaya çıkacaktır.
İdealistlere göre, savaşın önlenmesi ya da önlenemediği durumlarda en azından yinelenmemesi için seçilecek en uygun araç, barışçıl dayanışma ve geniş katılım prensibi esasları ile teşkil edilecek, uluslararası bir yapıdır. Tesis edilecek yapı ile hem kolektif bir güvenlik sistemi oluşturulacak hem de bu sistem sayesinde savaşlar daha çıkmadan önlenebilecektir. Bu gruptaki İdealistlerin savunmuş oldukları felsefe, hayata geçmekte gecikmedi. Resmen 10 Ocak 1920’de Milletler Cemiyeti/Cemiyet-i Akvam kuruldu. Savaşın önlenebilmesi ve barışın tesis edilebilmesi için bütüncül bir uluslararası hukuk fikrinin yerleştirilmesi gerektiğini vurgulayan İdealistlere göre, legal bir yapının kurulması ile uluslararasındaki çatışmalar ve sorunlar arabuluculuk rolü ile çözümlenebilecek ve savaş engellenecektir. İşte bu temel varsayımlara laboratuvar olarak hizmet edecek iki yapının (1921 yılında Uluslararası Daimi Adalet Divanı’nın kurulması ve 1928 tarihli Briand-Kellog Paktı) hayata geçirilmesi İdealistlerin başarısı olarak görülse de pratikte hiçbir somut sonuç elde edilememiştir.
Uluslararasındaki ilişkilerin savaş dışındaki araçlarla gerçekleştirilmesi gerektiği savına inanan İdealistlere göre; savaşların çıkmasına giden yoldaki ilk etken, bir yerde algılama sorunu ile ilişkilendirilebilecek, güç olgusudur. Gücün simgesi de, taraflardan birinin sahip olduğu askeri güç olarak görülür ise –ki İdealistlere göre askeri güç Realistlerin abarttıkları düzeyde önemli değildir- bunun da ana motifi silahlanmadır. Savaşı önleyebilmenin en etkin yolu, savaşın çıkmasında önemli ölçüde rol oynayan silahlanma ve silahlanma yarışının kesilmesidir. Bu savı taşıyan İdealistlerin pratikteki başarısı olarak adlandırılabilecek iki gelişme de daha önceki çabaların akıbetini paylaşmıştır.
Rukiye Eroğlu
Kaynakça
Şaban Çalış, Erdem Özlük, Uluslararası İlişkiler Tarihinin Yapısökümü: İdealizm-Realizm Tartışması